İHH İnsani Yardım Vakfı
0
Bağış Yap
Takip Et
TR
TRY
Kapat
  • Biz kimiz
  • Ne yapıyoruz
  • Ne yapabilirsiniz
  • Oturum aç
Irak bir bayram…
Kurban, Yetim 24.12.2009


Mesut Özcan

Bağdat Havalimanı

Bağdat’a arefe günü sabahı varıyoruz. Havalimanının Saddam Uluslararası Havalimanı olan ismi, Bağdat Uluslararası Havalimanı olarak değiştirilmiş ama tabeladaki yazı karakterindeki farklılıktan, sadece Saddam ismini indirip yerine Bağdat kelimesini koydukları anlaşılıyor. Havalimanı gayet büyük ve eski bir yapı ama şu anda çok fazla kullanıldığını ve çok yoğun olduğunu söylemek mümkün değil. Zaten Avrupalı şirketler buraya uçmadığı için yabancıların çoğu Türk Hava Yolları ile Bağdat’a geliyorlar.

Korumalarımızla Bağdat trafiğindeyiz

Bizi havalimanında Cumhurbaşkanlığı Muhafız Gücü’nde çalışan bir kişi karşılıyor. İHH’nın buradaki partner kuruluşunun yöneticisi aracılığıyla bu kişi görevlendirilmiş. Vize işlemlerimizin kolaylıkla halledilmesine yardımcı oluyor. Dışarı çıkınca da bir cipe binip gidiyoruz. Şoförün ve korumanın silahlarını görünce biraz ürküyoruz ama zamanla görüyoruz ki burada silah sahibi olmak gayet olağan bir şey.

Arefe günü olduğu için yollarda oldukça yoğun bir trafik var; güvenlik endişesi nedeniyle insanların sokağa çıkmaması diye bir şey yok yani. Ama bu her şeyin güllük gülistanlık olduğu anlamına gelmiyor. Yollarda sık sık karşılaştığımız beton bloklar ve kontrol noktaları dikkatimizi çekiyor. Korumalarımızın Cumhurbaşkanlığı’ndan olması bizim kolaylıkla ve doğru dürüst aranmadan kontrol noktalarından geçmemize imkân veriyor. Kontrol noktalarının yanında dikkatimizi çeken ilginç bir ayrıntı da; köprü üzerlerinden, aşağıdan geçen Amerikan konvoylarına bomba atılması nedeniyle köprülerin her yerinde tel örgülerin olması idi. Trafik ışıkları bazı yerlerde çalışmıyor ama sokaklardaki aydınlatma lambalarının üzerinde yer alan güneş panelleri, yeni lambaların şarjlı olduğunu gösteriyor.

Bağdat’ta sosyal hayat

Partner kurumumuzla toplantımız sırasında farklı dernek ve örgüt temsilcileri ile bir araya geliyoruz. Akademisyenler, öğretmenler, yardım dernekleri, kadın dernekleri gibi farklı örgütler var. Bize öğle yemeği ikram ediyorlar; ama biz hariç neredeyse herkesin oruçlu olması, dikkatimizi çekiyor. Iraklıların yemek kültürleri kousunda bir ayrıntı da, Irak’ta  yemeklerin mideden önce gözü doyurmayı hedefliyor olması. Buradaki insanların hemen hepsi oldukça fazla yemek yiyorlar.

Bağdat’ta sık sık elektrikler kesiliyor. O nedenle hemen her yerde jeneratörler var. Toplu taşıma pek yok. Nissan ve Toyota’nın 25 kişilik minibüsleri var sadece. Evlerin çoğunda en az bir araba olduğu, bazılarında bu sayının yukarıya doğru çıktığı söyleniyor. Arabaların bazısı son derece yeni ve büyük iken bazıları da binilmeyecek durumda. Ama Japon araçlarının, pazarın büyük bölümünü kontrol ettiği aşikâr.

Türkiye’den memnunlar

Hem sıradan halk hem de akademisyenler ve yardım dernekleri çalışanları, genel anlamda Türkiye’nin Ortadoğu ve Irak politikasından memnunlar. Belki sadece Kürtler çok memnun değildir, diyenler var. Türk devleti yanında Türk halkının da Iraklıların yanında olduğunu düşünen insanlar, İHH’nın yardımlarından oldukça memnunlar ve yardımlar burada önemli bir işlev görüyor.

Geniş güvenlik önlemleri altında bayram namazı

Bayram namazını İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin mezarının da bulunduğu Azamiye Camisi’nde kılıyoruz. Namazdan önce sıkı güvenlik önlemleri alınmış; caminin etrafı trafiğe kapatılmış, her tarafta silahlı milisler ve askerler var. Caminin çatısındaki çelik yelekli sniperlar dikkatimizi çekiyor. Camiye girerken sıkı bir aramaya tabi tutuluyoruz. Özellikle kameramızın ve fotoğraf makinemizin olması, milislerin dikkatlerini çekiyor ve didik didik aranıyoruz. Cumhurbaşkanlığı muhafızlarından korumamız olması sayesinde kameramızı içeri sokabiliyoruz.

Namaz, Meclis Başkanı’nın ve daha sonra da İmam’ın gelmesi ile başlıyor. Namazı kıldıran ve vaazı veren hoca, Saddam zamanında hapsedilmiş ve uzun zaman hapiste kalmış bir kişi. Oldukça saygı görüyor.

Namazdan sonra İmam-ı Azam’ın kabrini ziyaret ediyoruz. Bizdeki kabir ziyaretlerine benzer şekilde, bir adamın dua ederek kabri tavaf ettiğini görüyoruz. Namaz çıkışında bir kadının, yakınlarının kolları arasında ağlayarak ve ağıtlar yakarak gittiğini görüyoruz. Öğreniyoruz ki kardeşi beş gün önce öldürülmüş. Caminin hemen etrafındaki arazinin oldukça bakımsız olduğunu görüyoruz. Camiye giden yolda, işgalden sonraki dönemde önemli çatışmaların yaşandığını ve çok sayıda insanın hayatını kaybettiğini öğreniyoruz.

Filistin mülteci kamplarında, sefaletin içindeyiz

Bayramın birinci günü öğleden sonra ziyaret ettiğimiz Filistin mülteci kamplarındaki durum gerçekten içler acısıydı. İşgal sonrasında yaşanan olaylar sırasında pek çok kişinin hayatını kaybettiğini öğreniyoruz. Mülteciler de, Irak’taki diğer gruplara benzer şekilde Türkiye’nin son dönemde izlediği politikadan gayet memnunlar. Bazı kişilerin ise Osmanlı etkisinin yeniden uyanması endişesini taşıdığını gözlemliyoruz. Ama bu türden endişeleri dolaylı da olsa dile getiren kişiler dahi, sınırların kaldırılması gerektiğini ve eşit bir ortaklık kurulması gerektiğini söylüyorlar. Ülkedeki mezhep bölünmeleri sırasında Türkiye’yi kendilerinin yanında hissettiklerini söyleyip, diğer Arap devletlerden yeterince destek görememekten şikâyet ediyorlar.

Bu bölgede yaklaşık altmış yıldır yaşayan insanlar var. Evler, yıllar öncesinde yapılmış ve oldukça bakımsız. Altyapı artık mevcut nüfusu karşılayamıyor. Irak’ın normal vatandaşlarının yaklaşık 30 yıldır devam eden savaş ve ambargo koşulları sonrasındaki durumu az çok herkesin malumu iken, bir de Irak‘ta vatandaş dahi olmayan bu mültecilerin durumunu tahmin etmek herhalde çok zor olmasa gerek. Evler oldukça küçük ve bakımsız. Sokaklar çöp dolu. Burada çocukların bayram eğlencelerinden birisi, eşeğe binmek. İHH’nın balonları hemen hepsini çok sevindiriyor. Dul kalmış olan ve çocukları ile yaşam savaşı veren pek çok kadın görüyoruz. İnsanlar uzun zamandır bu şartlarda yaşadıkları için örgütlenip kendi başlarının çaresine bakacak yollar bulmuşlar.

Diyala

Bayramın ikinci günü Diyala bölgesine hareket ediyoruz. Bağdat’ta olduğu gibi Diyala’da da bize eşlik eden korumalarımız var. Bu sefer bir polis müdürü ve memuru bizimle beraber. Onlar sayesinde kontrol noktalarından kolayca geçiyoruz. Şiilerin yaptıkları çeşitli kutlamalara şahit oluyoruz. Sünnilerden farklı olarak, bayramın onlara göre ikinci günü başladığını öğreniyoruz.

Bayram nedeniyle bazı yollar kapatılmış. Diyala bölgesindeki Muktediye şehrine giderken yolda Amerikan askerlerinin konvoyuna rastlıyoruz. Konvoylara yaklaşmak tehlikeli olduğu için yolun karşı tarafına geçerek onlardan uzak bir şekilde onları solluyoruz. Yolda işgal sırasında havaya uçurulan bir köprünün yerine geçici olarak yapılan metal bir köprüden geçiyoruz ve köprünün iki başında koruma görevini yapan askerlerle konuşuyoruz. Yolda çok sayıda araç bulunuyor. Ama korumalar bundan iki sene öncesine kadar bu yollarda doğru düzgün araç görmenin mümkün olmadığını, güvenlik durumunun yeni yeni normale döndüğünü ve insanların seyahat etmeye başladıklarını söylüyorlar. Yolda bazı yerlerde yoğun hurma ağaçları görülürken çoğu yerde ise kurak ve çorak bir bitki örtüsü ile karşılaşıyoruz.

Kurban dağıtımları ve tedirgin çocuklar

Muktediye şehrine geldiğimizde başkentten taşraya gelindiği, insanların kıyafetlerinden, tavırlarından hemen belli oluyor. Çeşitli görüşmeler sonrasında kurban etlerinin dağıtılacağı lise binasına gidiyoruz. Bağdat’taki dağıtımlara benzer şekilde, gayet düzenli bir dağıtım oluyor. Diyala’daki Mutlu Aile adlı yardım kuruluşu, önceden insanlara fişler dağıtmış ve insanlar etlerini bu fişlerle almaya geliyorlar. Çoğunluğunu kadınların oluşturduğu insanların yanlarındaki çocuklar, kendilerine dağıttığımız İHH balonları ile çok eğleniyorlar. Ama çocuklardan bazıları balon almaktan çekiniyorlar. Özellikle yabancı olmamız, onları tedirgin ediyor. Fakat yanımızda yerli birilerini görürlerse bize güvenmeye başlıyorlar.

Irak’ta babasız kalmak…

Kurban etlerinin dağıtımından sonra yetimleri ziyaret ediyoruz. Bu ziyaretlerimiz sırasında, işgal sonrasında Sünni direnişin en yoğun görüldüğü bu bölgede pek çok dul ve yetimin olduğunu gözlemliyoruz. Evlerin hemen her birinde babasız kalmış üç-dört çocuk; ve bu çocuklara bakmak zorunda kalan kadınlar… Köylerin durumları da oldukça kötü. Altyapı olmadığı için kirli sular açıktan akıyor, evlerin içi ve dışı kötü durumda. Hatta bazı evlerin içinde neredeyse hiçbir şey bulunmuyor. Bu evlerden birinde, dört yetim kardeşten biri olan bir kız çocuğunun, babasının ölümünden sonra hiç konuşmadığını ve gülmediğini öğreniyoruz. Bu durum bizi oldukça sarsıyor ve o çocuk uzun zaman aklımızdan çıkmıyor…

Bayramı “ırak”ta bırakırken

Yeniden Bağdat’a geçiyoruz. Bağdat’a girişimiz, en az çıkışımız kadar zor oluyor. Bayram trafiği, İstanbul trafiğini aratmayacak düzeyde. Kalabalığa ve çok sayıda kontrol noktasına bir de düzensizlik eklenince iş, içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Trafik kurallarına riayet edildiğini söylemek, pek mümkün değil. Tüm bunların yanında, bayram coşkusuyla insanların caddelere döküldüklerini, araçları olanların müziği açarak yavaş da olsa ilerleyen trafikte yol almaya çalıştıklarını, yayaların da gezerek, alışveriş yaparak ve yemek yiyerek bayramı bir şekilde kutlamaya çalıştıklarını görüyoruz.

Bayramın üçüncü günü dönüş için erken saatte otelden ayrılıp havalimanına gidiyoruz. Bizi karşılayan korumalar, bu sefer bizi geri götürüyorlar. Havalimanına girişte yine çok sıkı aramalar yapılıyor. Uçakta yine çok az sayıdaki Türklerdeniz. Bunun bir sonucu olarak hostesler bizimle sohbete başlayıp, Bağdat ve Irak ile ilgili bilgi almaya çalışıyorlar. Bağdat’a uçmalarına rağmen havaalanı dışına çıkmıyorlarmış. Bayramı ailelerimizden uzakta geçirsek de Iraklıların da bayramı bir nebze olsun hissetmelerine katkıda bulunmuş olmanın huzuruyla evimize dönüyoruz.