İHH İnsani Yardım Vakfı
0
Bağış Yap
Takip Et
TR
TRY
Kapat
  • Biz kimiz
  • Ne yapıyoruz
  • Ne yapabilirsiniz
  • Oturum aç
Eğitime susamış bir ülke Tanzanya
Cami - Mescit İmarı, Kurban, Yetim 13.02.2013

Veysel Tepeli

Farklı bir coğrafyayı görmek, farklı insanları tanımak ve onlarla farklı güzellikleri paylaşmak heyecanıyla İHH Tanzanya ekibi olarak 24 Kasım Salı akşamı 19.00’da Mısır Havayolları ile yola çıktık. Ekipte Adana’dan ADYAR adına ben, Mersin’den İHH gönüllüsü Mustafa Gültak ve İHH merkezden Afrika Masası Koordinatörü Murat Uyar var.

1. gün (25 Kasım Çarşamba)

Mısır/Kahire üzerinden aktarmalı olarak sabah 05.00 sularında Darusselam’a iniyoruz. Gümrük işlemlerinden sonra çıkış kapısına yöneliyoruz. Bizi, İHH’nın buradaki partneri Muzdelife Islamic Organization’dan biri karşılayacak. Gözlerimiz kalabalık içerisinde gülümseyen bir simaya takılıyor. Tahmin ettiğimiz gibi bizi bekleyen kişi o, isminin Faruk olduğunu öğreniyoruz.

Saat 09.00’da uçakla kurban programımızın merkezi olan Zanzibar Adası’na geçeceğiz. Çünkü Tanzanya’daki Müslüman nüfus çoğunlukla başkent Darusselam, Zanzibar ve çevresindeki ada topluluğunda yaşıyor. Uçağımızın kalkmasına daha üç saat var. Kahvaltı ve kısa bir şehir turu için Darusselam’a çıkıyoruz. Birkaç bulvarı ve şehir merkezindeki bir avuç yüksek binayı çıkartırsanız şehirden ziyade büyük bir kasabayı andırıyor burası. Sokaklardaki insanlar a bakınca Tanzanya’nın çok farklı kültür ve inançlardan oluştuğunu hemen fark edebiliyorsunuz. Bu kozmopolit kültür içerisinde Müslümanları, başlarında taşıdıkları takkeden çok rahat ayırt edebilirsiniz.

Tanzanya üniter bir cumhuriyet olup 26 ayrı bölgeden oluşuyor. Ülke, 1964 yılında Tanganika ve Zanzibar ülkelerinin birleşmesi sonucu Tanzanya adını almış. Nüfusu yaklaşık 40 milyon civarında. Müslümanların oranı %25-30 kadar.

Uçakla Zanzibar’a doğru havalanınca insan yolun bitmesini istemiyor. Çünkü aşağıdaki küçük tropik adalar, mercan kayalıkları muhteşem gözüküyor. Okyanus, lacivertten türkuaza kadar birbirinden farklı tonlardan bir demet sunuyor.

Zanzibar’da bizi Müzdelife’nin Başkanı Abdullah Bey ve birkaç arkadaş karşılıyor. Doğruca otelimize geçip yerleşiyoruz. Otelimiz eski bir Zanzibar evi. Mimarisi etkileyici. Birkaç saatlik dinlenmeden sonra öğlen yemeği için mihmandarımız Faruk’un evine geçiyoruz.

Zanzibar’ın bu eski yerleşim yeri kendine özgü mimarisiyle tarih sahnesinden fırlamış gibi. Arap, Afrika ve kısmen Hint mimarisinden örnekler iç içe geçmiş. Müthiş bir ağaç işlemeciliği var. Özellikle bazı evlerin ahşap kapılarındaki işlemeler harikulade bir sanat eseri. Zanzibar’ın çok eski bir medeniyet geçmişine sahip olduğu hemen anlaşılıyor.

[video-28]

Tüm bu güzelliklere rağmen adanın tarihinde pek çok acı olay var. Zanzibar tarihte zindanlarıyla bilinir. Afrika’nın içlerinden köle olarak toplanan insanlar buradaki zindanlara getirilip gemilerle başka yerlere köle diye taşınmışlar.

Yapılan programa göre bir hafta boyunca öğlen ve akşam yemeklerini Faruk’un evinde yiyeceğimizi öğrenince, Faruk’a rahatsızlık veririz endişesiyle dışarıda yemek yiyebileceğimizi belirtiyoruz. Fakat Faruk buna şiddetle karşı çıkıyor ve burada olduğumuz sürece evinden başka yerde yemek yememize müsaade etmeyeceğini söylüyor. Biz de öğlen yemeğini ikindiye sarkıtıp akşam yemeğini iptal ederek orta bir noktada buluşuyoruz.

Yemekten sonra İHH tarafından yaptırılan bir caminin inşaatını geziyoruz. Ardından satın alınan kurbanlıkları görmeye gidiyoruz. Tanzanya’da 504 hisse kurban kesilecek. Bu kurbanlıkların parası önceden Muzdelife Islamic Organization’a gönderilmiş ve hayvanlar biz gelmeden satın alınmış, hazır bekliyor.

İHH hem yurt içinde hem yurt dışında yaptığı çalışmalarda mutlaka bir partner kuruluşla çalışıyor. Partner kuruluşun varlığı çalışmaları daha verimli kılıyor. Çünkü yerel oldukları için bölgeyi, sorunları, işlerin püf noktalarını yabancı bir kuruluştan daha iyi biliyorlar. İHH bir çalışmaya başlamadan önce, çalışmayı yapacağı bölgedeki partner kuruluşla istişare edip yapmak istedikleri konusunda bilgi veriyor. Karşı tarafın eleştiri ve önerilerini de dinleyip yapacağı işi şekillendiriyor. Zanzibar’da Müzdelife’nin rehberliği olmasaydı işler bizim için bu kadar başarılı ve hızlı olmazdı. 

Kurban için tüm organizasyon eksiksiz hazır. Biz de kurbana kadar bölgeyi gezip ikili görüşmeler yapacağız. İlk olarak Zanzibar’ın yan mahallelerinin birinde bir okulu ziyaret ediyoruz. Ortamı görünce âdeta şok oluyoruz. Çocukların bir kısmı sokak ortasında, toz toprak içinde eğitim almaya çalışıyor. Biraz daha büyükçe ağabey ve ablaları, derme çatma ve dar bir holü andıran bir yapının içinde ders yapma çabasındalar. Ne masa ne de oturacak bir şeyleri var. Çocuklar yerde oturmuş, tabiri caizse üst üste yığılı hâlde eğitim görüyorlar. Buranın sorumlusu olan kişi, yan tarafta üzerinde yıkık bir kulübenin bulunduğu yaklaşık 120 m2lik bir arsayı gösteriyor. Bu arsanın yaşlı biri tarafından okul yaptırılması amacıyla kendilerine bağışlandığını fakat inşaatı yapacak imkânlarının olmadığını söylüyor. Yapılacak okulun tahmini maliyetinin ne olabileceğini soruyoruz. Projeyi çıkarmadıkları için tam olarak bilemediklerini ama benzeri yerlerle kıyaslandığında bizim paramızla 30.000 TL civarında bir maliyeti olacağını öğreniyoruz.

Benzeri sahnelere Bangladeş’ten aşina olduğumdan duruma çok fazla şaşırmıyorum. Fakat Mustafa Bey’in şoku biraz uzun sürüyor; otele dönerken buraları görünce nasıl bir nimet içinde yaşadığımızı daha iyi anladığını söylüyor. 

2. gün (26 Kasım Perşembe)

Tanzanya’da Kurban Bayramı Türkiye’ye göre bir gün sonra başlayacak. Çok acı bir durum. 1,5 milyarlık İslam âlemi bir bayram tarihinde bile ittifak edemiyor. Bayram ve Ramazan tarihi konusunda fıkhi veya siyasi bir ayrılık yok. Sorun sadece ve sadece Müslüman ülkelerdeki dinî otoritelerin bu konuda gerekli çabayı ortaya koymamasından kaynaklanıyor. Öyle inanıyorum ki dinî önderlerin hesabı çok ağır olacak. Ümmetin bu kadar birbirinden kopuk ve bihaber olmasında onların payı çok büyük. Bakalım bunun hesabını nasıl verecekler!

Bugünkü ilk durağımız yine bir eğitim yeri. Farklı bir bölgede yine zor şartlar altında eğitim gören insanlar. Mahalleye girişimizde küçük çocuklar bizi ilahilerle karşılıyorlar. Ardından kadınların ders gördükleri bir kulübeye geçiyoruz. Tamamına yakını ev hanımı olan bu insanların o zor şartlarda dinî ders almak için gösterdikleri gayret ve şevk hepimizi çok etkiliyor. Hemen yan tarafta çocukların eğitim aldığı başka bir yer var. Çocukların bir kısmı içeri sığamadığından dışarıda oturmuşlar. Bu şartlarda yapılan eğitimin ne kadar faydalı olacağını düşünüyorum ümitsizce.

[video-27]

Mustafa Bey işin kolayını ve en güzelini bulmuş. Mersin’den gelirken valizine doldurduğu şekerleri her gittiğimiz yerdeki çocuklara dağıtarak çocukları sevindiriyor. Biz yetkililerle konuşurken birkaç küçük çocuk ellerindeki zarfları bize uzatıyor. Zarflarda o bölgede yapılmak istenenlerle ilgili projeler var. Bir umutla İHH’nın bir şeyler yapmasını bekliyorlar. Bunları İHH merkeze ileteceğimizi söylüyoruz. Çıkarken yaşlıca biri bize yaklaşıyor. Arapların buraya gelip sadece cami yaptıklarını, ancak eğitim alanında da bir şeyler yapılması gerektiğini söylüyor… 

Akşam bizi Nur Radyo isimli bir yere götürüyorlar. Büyük ve güzel bir camisi var. Etrafın temizliği dikkat çekiyor. Yetkilileriyle görüşüyoruz. Bize caminin üst katındaki radyoyu gezdiriyorlar. Çok modern bir radyoları var. Ellerindeki teknik malzemenin Türkiye’deki birçok radyoda olduğunu sanmıyorum.

Yaptıkları çalışmalardan örnekler gösteren fotoğraf sergisini geziyoruz. İnsani yardım, yetimler, kurban ve eğitimle ilgili çalışmaları var. Kendilerine bu tür çalışmaların takdire şayan olduğunu ama her konuda çalışmak yerine ülkedeki diğer İslami kuruluşlarla istişare ederek branşlaşmaya gitmelerinin daha iyi olacağını söylüyoruz. Örneğin kendilerinin sadece medya alanında radyo, televizyon ve gazete olarak Müslümanlara hizmet etmelerinin, başka bir kuruluşun sadece insani yardım veya eğitimle ilgilenmesinin daha iyi olabileceğini belirtiyoruz. “Düşüneceğiz.” diyorlar.

Çıkışta bu radyonun ve caminin Araplardan gelen destekle yapıldığını, radyoda kesinlikle müzik adına bir şey yayınlanmadığını, sadece Kur’an ve vaazlara yer verildiğini öğreniyoruz…

3. gün (27 Kasım Cuma) 

Sabah Faruk bizi otelden alıyor. Müzdelife’nin bürosuna geçiyoruz. Mütevazıdan da öte bir yer burası. Yaklaşık 30 m2lik bir alan iki odaya bölünmüş. Doğru dürüst ışık alan bir yeri yok. İçeride sadece bir bilgisayar, yazıcı, telefon ve bir de masa var.

Müzdelife’yi soruyoruz; amacını, hedeflerini, kimler tarafından kurulduğunu... Bundan birkaç yıl önce Zanzibarlı bir gurup olarak hacca gittiklerini, Arafat dönüşünde Müzdelife bölgesinde gecelerken Zanzibar ve Tanzanya’daki Müslümanlar için neler yapabileceklerini düşünürken bir sivil toplum örgütü kurmaya karar verdiklerini ve daha sonra kurdukları bu kuruluşa fikrin temelinin atıldığı yer olan Müzdelife’nin adını verdiklerini söylüyorlar. Dert çok, umutlar da çok. Projelerinden, karşılaştıkları sıkıntılardan bahsediyorlar. Biz de yaşadığımız tecrübeleri kendilerine aktarmaya çalışıyoruz.

Burada bayram yarın, kurban organizasyonuyla ilgili her şey tamam. Yapacak bir şey kalmadığından adayı geziyoruz. Adanın güney kısmına, Kizimkazi isimli bölgeye gidiyoruz. Kizimkazi’ye giderken yolda millî bir parkın içinden geçiyoruz. “Red Colobus” adlı maymun cinsi de dünyada sadece bu bölgede yaşıyormuş. Parkta ayrıca yine bölgeye özgü bitki çeşitleri de mevcut. Maymunları görmek umuduyla etrafa bakınıyoruz ama bir şey göremiyoruz. Fakat kısa bir süre sonra kauçuk ağacına benzer sık yapraklı bir ağaç üzerindeki hareketlilik dikkatimizi çekiyor. Dikkatli bakınca onlarca maymunun iri yapraklar arasında oynadıklarını görüyoruz. Yaklaşınca etrafımızı sarıp meraklı gözlerle bizi izliyorlar. 

Kizimkazi’ye vardığımızda ağzımız açık kalıyor âdeta. Manzara harikulade; dünyada cennet buraya dense yeridir. Palmiyeler ve hindistan cevizi ağaçları arasında Hint Okyanusu’nun görüntüsü muhteşem. Beyaz kumlu sahil ile lacivert ve türkuazın iç içe geçtiği denizin seyrine doyum olmuyor.

Abdullah Bey’in oğlu Hazer’in teknesiyle denize açıldığımızda bizi niye buraya getirdiklerini anlıyoruz. Burası yunus balıklarının olduğu sayılı mekânlardan biri. Bir süre sonra teknenin etrafında yunuslar zıplamaya başlıyor. Yaklaşık 45 dakika süren deniz sefasından sonra cuma namazı için sahile dönüyoruz. Namazı kıldığımız yerin birkaç kilometre ötesinde tarihî bir mescidi ziyarete gidiyoruz. Burası Doğu Afrika’nın ilk mescidi olma özelliğini taşıyor. Yaklaşık miladi 1400’lü yıllarda Şirazlı bir tüccar tarafından yaptırılmış. Mescit 1960’larda restore edildiği için orijinal yapısı değişmiş ama kolonları ve kufi hattıyla yazılmış ayet kabartmaları orijinal hâliyle duruyor. İslam’ın Doğu Afrika’ya buradan ayak bastığını düşünmek bizi heyecanlandırıyor.

Bugün güzellikleri görme günümüz olduğu için gün batımında sahile iniyoruz. Gün batımı burada bir başka güzel. Hele bir de Dohow adı verilen yelkenli balıkçı teknelerinin önümüzden geçişi, manzarayı daha da güzelleştiriyor. Kaldığımız otele akşam Abdurrahman ve Zeyn isminde iki doktor arkadaş geliyor. Tıp eğitimlerini Türkiye’de almışlar. Türkçe biliyorlar. Ben ve Mustafa Bey eczacı olduğumuzdan konu doğrudan sağlık alanına kayıyor. Bölgenin sağlık sorunlarını merak ediyoruz. Biz sordukça durumun vahameti daha fazla ortaya çıkıyor. Devlet memurları dâhil olmak üzere ülkede hiç kimsenin sağlık güvencesi yok. Sadece muayeneler ücretsiz, ilaç ve tetkikler ise ücretli. İnsanlar fakir oldukları için istenen tetkikleri yaptıramadıklarından sağlıklı bir teşhis de konulamıyor; teşhis konsa bile çoğunun ilaç alacak parası yok.

Yaşanan çocuk ölümlerinin %60’ının malaryadan (sıtma) olduğunu öğreniyoruz. Doktor Abdurrahman çocuklar arasında anormal kalp hastalıkları olduğunu da söylüyor. Ayrıca ülkede saranın (epilepsi) yaygın olduğunu, kadınlar arasında da hipertansiyon rahatsızlığının çok fazla olduğunu öğreniyoruz.

4. gün (28 Kasım Cumartesi)

Bugün Tanzanya’da Kurban Bayramı’nın ilk günü. Bayram namazı için bizi büyük bir camiye götürüyorlar. Caminin Libya tarafından yaptırıldığını öğreniyoruz. Her yerde olduğu gibi camiye girerken insanların meraklı ve şaşkın bakışlarıyla karşılaşıyoruz. Çünkü buradaki insanların gördüğü tüm beyazlar gayrimüslim olduğu için bir beyazın Müslüman olabileceğine ihtimal vermiyorlar. Bizim Müslüman olduğumuza kanaat getirildikten sonra şaşkın bakışlar yerini sevinçli ifadelere bakıyor.

Bayram namazından sonra kesim yerine geçip kurban vekâletlerini veriyoruz. Tanzanya’da toplam 504 hisse kurbanı başkent Darusselam, Zanzibar ve Pemba adalarında kestiriyoruz. Kesilen kurbanları dağıtmaya İHH’nın buradaki partneriyle beraber çıkıyoruz. Dağıtımlar sırasında Zanzibar’ın ne derece yoksul olduğunu daha iyi anlıyoruz.

Burada yoksulluk var ama açlık yok. Toplumsal iktisat anlayışı insanlara kendi yağında kavrulmayı öğretmiş. Doktor Abdurrahman da bizimle kurban paylarının dağıtımına katılıyor. Gittiğimiz yerlerde birçok çocuğun rahatsızlığı gözle bile fark ediliyor. Çocuğun birini daha kucağımıza almadan ciğerlerindeki hırıltıyı fark ediyoruz. Doktor Abdurrahman’a bakıyoruz; çaresizce başını iki yana sallıyor ve “Hepsi böyle...” diyor.

İkindiye kadar süren dağıtımlar sırasında birçok bölgeye gidiyoruz. Yoruluyoruz ama insanların sevinci ve yaptıkları içten dualar tüm yorgunluğumuzu alıyor. Akşam Zanzibar’daki bir yetimhaneye doğru yola çıkıyoruz. Birçok yerde elektrikler kesik ama bunu dert ediyor görünmüyorlar. Kadınlar ve çocuklar guruplar hâlinde şen şakrak sokaklarda geziniyorlar. Belli noktalarda panayırlar kurulmuş. Buradaki bayram havasını görünce bizdeki bayramların ne kadar ruhsuz ve soğuk geçtiğini fark ediyorum. 20-30 yıl önceki bayramlarımız aklıma geliyor, “Ne bayramlardı!” demeden edemiyorum.

Yetimhanede de elektrikler kesik. Ama yetimlerle beraber mahallenin çocukları karanlıkta, açık alana kurulmuş panayırda, mum ve gaz lambalarının loş ışığında eğleniyorlar. 70 civarında yetim var. Önceden aldırttığımız oyuncakları yetim çocuklara dağıtıyoruz. İlk anda bizden çekinen çocuklar oyuncak ve Mustafa Bey’in şekerlerini alınca artık kaçmıyorlar. Birinin başını okşayınca diğeri geliyor yanınıza. Çocukların hepsi neşe içindeler. Ben de bir yandan fotoğraf çekerken diğer yandan çocuklara sokuluyorum; Peygamber Efendimizin “Yetimler kardeşlerimdir.” sözünü hatırlayarak, belki onun kokusunu duyarım umuduyla… Yetimlerin her biri diğerinden güzel kokuyor... Aklımız ve yüreğimiz yetimlerde kalmış bir hâlde otele dönüyoruz.

5. gün (29 Kasım Pazar)

Bayramın ikinci günü. İlk olarak sakatlar derneğindeki kurban payı dağıtımına katılıyoruz. Zanzibar’da yerel kıyafetleriyle gezinen Massai kabilesi mensuplarının fazlalığı dikkatimizi çekiyor. Sorduğumuzda pazar günleri burada bulunan kiliseye geldiklerini öğreniyoruz. Faruk’a, Müslümanların Massailere yönelik İslami tebliğ çalışmalarının olup olmadığını soruyorum. Aldığım cevap; “Onlar Müslüman değiller ki…”   oluyor, şaşırıyorum…

Sakatlara yapılan dağıtımın ardından Tumbato Adası’ndaki dağıtımlara katılmak için büyük bir kayığa biniyoruz. Bu kayıklar Zanzibar ile Tumbato Adası arasında yolcu taşımacılığı yapıyorlar. Sabah kesilen kurbanlardan bir kısmını yanımıza alıyoruz. Kayıkta bizden başka yolcular da var.

Tumbato Adası Zanzibar’dan yaklaşık 8 km uzaklıkta küçük bir ada. Adada balıkçılıkla uğraşan, küçük bir kasaba diye nitelendirebileceğimiz bir yerleşim yeri var. İki ada arasında giderken hangi adaya bakacağımızı şaşırıyoruz; çünkü ikisi de birbirinden güzel. Tumbato’ya yaklaşırken sahilde bir kalabalığın biriktiğini fark ediyoruz. Biz yaklaştıkça kalabalık artıyor. Daha karaya çıkmadan kalabalığın defler çalarak ilahiler okuduğunu duyuyoruz.

Müthiş bir karşılama! Bir yanda defler eşliğinde söylenen ilahiler diğer yanda yapılan yerel danslar bizi son derece şaşırtıyor. Şaşkınlığını çabuk atan Mustafa Bey dans eden topluluğun arasına dalarak başlıyor dans etmeye. Ancak figürlerde pek başarılı olamayan Mustafa Bey’in dansı, özellikle çocukları gülmekten kırıp geçiriyor. Biraz sonra biz önde, def eşliğinde ilahiler söyleyen ekip arkamızda adanın içlerine doğru yürüyoruz. Camiye geldiğimizde defler susuyor. Bizi adanın hocası karşılıyor. Bu güzel karşılama töreni için kendilerine teşekkür ediyoruz. Hoca efendi asıl kendilerinin teşekkür ettiğini, ta Türkiye’den kalkarak buralara kadar gelen bizleri karşılamak için yaptıklarının az bile olduğunu söylüyor.

Bize adayı gezdiriyorlar. Yaptıklarını, yapmak istediklerini anlatıyorlar. Adada bir çadır altında toplu olarak ders yapan çocuklar görüyoruz, halleri hepimizi oldukça etkiliyor.

Kurban paylarının dağıtımından sonra adadan ayrılmak üzere kalkıyoruz. Fakat bizi bekleyen bir başka sürpriz daha var. Yine caminin yanında bir ekip, zikir eşliğinde bizi sahile doğru yolculuyor. Zikir töreni çok ilginç; söylenen ilahiler İslami argümanlar içeriyor fakat hareketler İslami bir ritüelden çok bir Zulu kabilesinin ayin törenini andırıyor. Anlaşılan o ki burada, İslami tasavvuf ritüelleri ile geleneksel eski Afrika ritüelleri iç içe geçmiş. Sahile vardığımızda Hindistan cevizi suyu ikram ediyorlar. O sıcakta Hindistan cevizini kafaya dikmek çok iyi geliyor.

Yaşadıklarımızın şaşkınlığını üzerimizden atamadan Zanzibar’a gitmek üzere bindiğimiz teknenin motoru arızalanıyor. Tüm uğraşlara rağmen motor çalışmıyor. Buradaki birçok teknenin yelkeni var fakat bizim bindiğimizde yelken yok. Yarım saatlik bir beklemeden sonra adaya yolcu taşıyan yelkenli bir tekne bize yanaşıyor. Yabancı olduğumuzu anlayınca motorunu bize verip kendisi yelkeniyle yoluna devam ediyor.

6. gün (30 Kasım Pazartesi) 

Bayramın üçüncü günü otelden eşyalarımızı topluyoruz. Çünkü önce Pemba Adası’na ardından Darusselam’a uçacağız. Pemba Adası Zanzibar’dan biraz daha küçük ve Zanzibar’a oranla daha az gelişmiş bir ada. Oteldeki işlemler biraz uzadığından uçağa son dakikada yetişiyoruz. Uçak havalanır havalanmaz aşağıdaki manzarayı seyre dalıyorum. Yolun bitmesini istemiyor insan... Zanzibar’ın arazi yapısı düz. Yükselti namına kayda değer bir şey yok; fakat Pemba’da yüksek tepeler, derin vadiler var. Bazı vadilerde gördüğümüz farklı cins ağaç yoğunluğu bize “balta girmemiş orman” izlenimini veriyor.

Pemba’ya iner inmez geri kalan kurban hisselerinin kesimine geçiyoruz. Kurbanların bir kısmı biz gelmeden kesilip pay edilmiş. Bize sadece dağıtımını yapmak kalıyor. Kurban etlerinin dağıtımı sırasında aldığımız samimi dualar işitilmeye değer...

Dağıtımlar sırasında bir bölgede onlarca küçük çocuğu taş kırarken görüyoruz. Çocuklar yere oturmuş önlerindeki iri mercan kayacıklarını çekiçlerle kırmaya çalışıyorlar. Mercan taşlarının ne kadar sert olduğunu fark ediyorum. En büyüğü 10 yaşlarında olan bu çocukların bazılarının elinde çekiç olmadığı için yine başka bir mercan taşıyla bu taşları kırıyorlar. Bizim mucur veya çakıl diyebileceğimiz küçüklükteki bu taşların torbasını yarım dolara satarak ailelerinin geçimine katkı sağlamaya çalışıyorlar. Yapılan işe bakınca kendimin akşama kadar iki veya üç torba çakıl çıkarabileceğimi düşünüyorum.

Pemba’daki kurban organizasyonunu tamamladıktan sonra uçakla Darusselam’a dönüyoruz. Uçak Zanzibar’a inip yolcularını bıraktıktan 15 dakika sonra tekrar havalanacak. Zanzibar’dan sadece mihmandarımız Faruk bizimle Darusselam’a gelecek. Diğer arkadaşlardan ayrılırken hüzünleniyoruz. Özellikle Zanzibar’a ayak bastığımız andan itibaren şoförlüğümüzü yapan Sait’ten ayrılmak hem bizi hem Sait’i etkiliyor. Aynı zamanda Arapça hocası olan Sait, neşesi ve usta şoförlüğüyle hep aklımızda kalacak.

7. gün (1 Aralık Pazartesi)

Kurban organizasyonu bitince ne kadar yorulduğumuzu fark ediyoruz. Sıcaklar artık ciddi şekilde rahatsızlık vermeye başlıyor. Aralık ayında böyle bir sıcaklıkla karşılaşmak bize garip geliyor ama Allah’ın yaratışı böyle. Biz kışı yaşarken onlar yazı yaşıyorlar. Bize göre Tanzanyalılar bugün 1 Haziran’a girdiler. Tabii ki biz haziran ayını yaşarken onlar da aralık ayını yaşıyor.

Programımıza bugün Tanzanya Diyanet İşleri Başkanı ile görüşecektik ama kendisi hacda olduğundan görüşemiyoruz. Başkent Darusselam’a tekrar dönüşte bir şeyin farkına varıyorum; burada adı konulmamış bir din savaşı var. Hristiyan misyonerler burada çok iyi çalışmış, nerdeyse her köyde bir kilise var. Çocukların tişörtlerinde ve boyun takılarında hep kilise sembolleri var. Halk arasında bir çatışma yok ama devlet kademelerinde, özellikle kritik noktalarda, Müslüman birisini bulmak biraz zormuş. Müslümanlar daha çok ticari hayatta varlık gösteriyorlarmış ama çok büyük ticari işletmelerde Müslüman görmek yine de mümkün değilmiş.

Tanzanya cennet gibi bir yer. Yer altı, yer üstü zenginlikleri ve doğal güzellikleri bakımından Allah buradan hiçbir şey esirgememiş âdeta. Ama tüm bu zenginliğe rağmen insanların fakirliği, toplumun geri kalmışlığı acı bir gerçeği ortaya koyuyor:  “Hırsız Batı…”

Aklıma G-7; yani gelişmiş 7 ülke (Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere ve ABD) geliyor. Kendi kendime, “Bu gurubun adı değişmeli, G-7 yerine Hırsız 7’ler konmalı.” diyorum… Batı kene gibi yapışmış, buranın tüm zenginliğini sömürüyor. Bu insanlar bir uyansa inanın Batı bu insanlardan daha sefil ve daha aç duruma düşer.

Afrika’da en belirgin unsur kabilecilik. Din ve milliyetin burada çok fazla bir önemi yok. Bu yüzden Batı’nın çıkarına uygun hareket eden bir grup meydana çıktığında bir bakıyorsunuz, Batı’nın kışkırttığı kabile çatışmaları da ortaya çıkıyor. Hatırlarsanız, Ruanda’daki Hutsilerle Tutsiler arasında yaşanan o acımasız savaşın arkasında Fransa vardı. 

Kuzeyden güneye kadar tüm Afrika’da gözlemlediğimiz ortak bir durum var: Eğitim ve kırtasiye malzemelerindeki aşırı pahalılık. Üstelik bu pahalılığa rağmen istediğiniz malzemeyi bulmakta da zorlanıyorsunuz. Cehaletin düşmanı eğitim ama eğitimin önüne gizli duvarlar, engeller konmuş. Tesadüf mü? Belki… İşte Müslümanların, İHH’nın görevi burada başlıyor: Cehaletle savaş! Faruk’u son bir kez daha yorup çarşının yolunu tutuyoruz. Darusselam’da araçla gezmek tam bir işkence. Çünkü burada anormal bir trafik sıkışıklığı var. On dakikalık yolu bir saatten önce almanız mümkün değil. Zaten yollardaki araçların çoğu, Batı’nın hurdaya attığı araçlar. Trafikten ve sıcaktan bozulan sinirlerimizi alışverişte daha fazla bozmak istemiyoruz. Hızlıca işimizi halledip otele dönüyoruz. 

Otele döndüğümüzde hepimizde bir hüzün var. Faruk gerekmediği hâlde Zanzibar’daki evini bırakıp bizimle geldi ve yarın sabah bizi yolcu ettikten sonra geri dönecek. Bu bir hafta boyunca gösterdiği çaba ve samimiyet takdire şayandı. Bir ara, “Çok fazla telefonla konuşma, sonra kulağına yapışık kalacak.” diye takıldık; çünkü gerçekten neredeyse 24 saat kulağında telefon, işleri düzenlemeye çalışıyor. Telefonun yetmediği yerde kendisi koşup halletmek için uğraşıyor.

Bizim için kurban, sadece bir et dağıtımı değildi. Çok uzun yıllardır uzak kaldığımız kardeşlerimize yakınlaşmaktı. Bayramı beraber teneffüs etmek, sevinci ve umudu beraber yaşamaktı. Bir nebze de olsa sıkıntılarını gidermeye yardımcı olmaktı. Sabah namazından önce otelden ayrılıp havaalanına geldik. Eve dönecek olmanın heyecanı ve buradaki kardeşlerimizden ayrılmanın hüznü birbirine karışmış durumda.

İnsan şaşırıyor; tanışalı bir hafta oldu, bir haftada bu kadar kaynaşmak mümkün mü? 

Söz konusu olan İslam kardeşliği ise tabii ki mümkün...

Bize İslam’la şereflenmeyi lütfeden Allah’a (c.c.) binlerce kez hamd olsun…