İHH İnsani Yardım Vakfı
0
Bağış Yap
Takip Et
TR
TRY
Kapat
  • Biz kimiz
  • Ne yapıyoruz
  • Ne yapabilirsiniz
  • Oturum aç
Mukavemet anıtları dikilmiş Suriye’nin kamplarında
Kurban 13.02.2013

Elif Girgin

Aynı zamanda, aynı amaçla 120 farklı ülkeye hareket…

İHH İnsani Yardım Vakfı’nın 2009 Kurban çalışmaları için seferler başladı. Bizim yolculuğumuz ise Suriye’ye, Filistin mülteci kamplarına… 

Ve Şam’dayız. Yeni akşam olmuş; umduğumdan soğuk bir hava var. Havaalanında bizi Ebu Ahmed karşılıyor. İHH’nın Suriye’deki partner kuruluşu olan Serra Yardım Derneği’nin Şam sorumlusu. Biz otele gitmeyi düşünürken, Ebu Ahmed’in ısrarı üzerine evinin yolunu tutuyoruz. Bizi güler yüzlü, candan tavrıyla hanımı karşılıyor. Yarım Arapçamızla güzel bir akşam geçiriyor, otele doğru yola koyuluyoruz. Odalarımıza yerleşip dışarıya çıkıyoruz. 

Yürümek, havayı solumak istiyorum. Arefe günü telaşı sarmış sokakları. Şam Kalesi’nin yanında bulunan, I. Abdulhamid’in yaptırdığı Hamidiye Çarşısı’nın içinden geçiyoruz. Çarşının içinde, en çok hadis rivayet eden sahabe Ebu Hureyre’nin kabri bulunuyor. Çarşının bitiminde ise Emevi Camii, bütün ihtişamıyla karşılıyor bizi. Satıcıların olduğu kalabalık alt geçit, kapalı çarşı, Emevi Camii ve bize çok benzeyen insanlar… İstanbul’da Eminönü’de otobüse yetişmek için yürüyorum sanki. 

Şam’da bayram sabahı 

Selam sana güzel şehir! 

Adını ilk duyuşum; 12 yaşındaki Muhammed’in, amcası Ebu Talip ile çıktığı yolculuktan. Ve bu insana hiç yabancı değilmiş, sanki hep oralıymış hissi veren havası şehrin… 

Bu topraklardan 10 bin sahabe geçmiş ve çoğu da burada medfun olmuş. Her yerde tanıdık biri karşılıyor bizi. Bilal-i Habeşi, Abdullah ibn-i Ümmü Mektum, Ebu Derda, Cafer bin Ebu Talip, Dihyetül Kelbi ve daha binlerce sahabe burada… Emevi Camii’nin hemen yanında Selahattin Eyyubi’nin kabri bulunuyor. Kudüs fatihi büyük komutan, “Kudüs özgürleşmedikçe Müslüman’a dirlik yok.” diyor adeta. Biz ise Kudüs’ün sürgün çocukları ile bayramlaşmaya geldik… 

Emevi Camii 

Emevi Camii, İslam dünyasının ayakta kalabilen en eski ve en büyük camilerinden biri. Tarihi milattan önceye kadar dayanıyor. Hristiyanlık öncesi Roma tarafından Jupiter Tapınağı olarak inşa edilmiş, sonra Hristiyan olan Roma, tapınağı kiliseye çevirmiş. 

Şam, Hz. Ömer döneminde, 634 yılında fethedildikten sonra yapının doğu tarafı camiye çevrilir, batı tarafı ise Hristiyanlar tarafından kullanılır. 70 yıl boyunca iki din tarafından kullanılan yapı, Müslümanların sayısı artınca Emevi halifesi Velit Bin Abdulmelik tarafından tamamen camiye çevrilir. Buna karşılık şehrin muhtelif yerlerinde kilseler yapılmasına izin verilir. 

Caminin geniş mermer avlusundan geçip içeri giriyoruz. Cemaat henüz toplanmaya başlamış. Her mezhep için ayrı bir mihraba sahip olan caminin içinde bulunan -Yahudiler tarafından şehit edilen Peygamberin- Hz. Yahya’nın kabrini ziyaret edip, kadınların arasında yerimizi alıyoruz. Namazımızı eda ettikten sonra Ramazan el-Bûtî’nin hutbesini dinleyip dua ediyoruz. 

Avlunun diğer tarafında ise Kerbela’da başı kesilerek şehit edilen, Peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin’in başı, yeşil bir camekânda muhafaza edilmekte. Salât ve selam gönderiyoruz. Caminin duvarlarını Hz. Hud’un yaptığı rivayet ediliyor. Hz. İsa’nın ise kıyamete yakın buraya ineceğine inanılmakta. Emevi Camii anlatmakla bitmiyor…

Filistin mülteci kamplarındayız

İnanınca duanın gücü artar
tutsaklık eridi
bir akımdır geçen yüreğimden
en uzaktaki bir Müslüman’ın yüreğine

(N. Pakdil)

Bayram namazı sonrası kurban kesimi ve dağıtımı için Yermük Filistin Mülteci Kampı’na gidiyoruz. İHH’nın partner kuruluşu olan İsra Yardımlaşma Derneği’ni ziyaret ediyoruz. Yetkililerle görüşüp kamp hakkında bilgi aldıktan sonra kadın kolları sorumlusu İmran Hanım eşliğinde kamptaki ailelerle bayramlaşmak ve yanımızda getirdiğimiz yardımları yerine ulaştırmak üzere çıkıyoruz.

Hepsi bir Hanzala 

Siyonistlerin işgal ettikleri Filistin topraklarında, 1948 yılında İsrail devletinin kuruluşunu ilan etmesiyle başlayan süreçte 5 milyon Filistinli göçe zorlandı. Bugün sadece Suriye’de 500 bin Filistinli mülteci yaşıyor. Burada bulunan –önceden şehrin dışındayken şehir genişledikçe içeride kalan- bu kamp alanı şehirleşmiş. Suriyeliler tarafından yerleşim yeri hâline getirilmiş olan kampın nüfusu 150 bin ve nüfusun %30’u Filistinli. İlk geldiklerinde çadırlarda çok daha zor şartlarda yaşamışlar. Gecekondu şeklinde, az katlı, boyasız, sıvasız, derme çatma evler, bakımsız yoksul çehreleriyle hüzünle bakıyor gelen herkese. İki insanın yan yana ancak geçebileceği dar sokaklar… Duvarlarda resimler, figürler, yazılar… Her yere Halid Meşal, Şeyh Ahmed Yasin resmedilmiş. “Devrimin vicdanı”, kalemiyle yüreklere Filistin’i çizen adam Naci el-Ali geliyor hatırıma. 10 yaşında sürüldüğü kamplarda önce duvarlara çizmiş karikatürlerini ve bu Hanzala’yı doğurmuş daha sonraları… İsrail’in yaptığı insanlık dışı uygulamaları, katliamları izleyen, dünyaya arkasını dönmüş, kamplarda yaşayan Filistinli mülteci çocuk; Hanzala… Sanki buradaki her çocuk güneş başlı, çıplak ayaklı küskün, küçük Hanzala…

Çocuklar için insan gücüyle çalışan gezici salıncaklar, dönme dolaplar kurulmuş… 

Bayramınız mübarek olsun ey Filistinli kahramanlar!

Kırık bir kapının önünde, karanlığa doğru açılan koridordan geçiyoruz. Evet, burası bir ev… Yaşlı amca tekerlekli sandalyesinde… Savaşmış, yaralanmış, tek gözünü kaybetmiş ve sürgünler yemiş gençliğinde. Hastalık yenik düşürmüş onu ve iki bacağı kesilmiş. Eşi ise kısmi bir felç sonucu yatalak kalmış; konuşamıyor, sadece ağlıyor… Yaşlı teyzenin elini öpüyorum. Bayramın mübarek olsun, üzülme diyorum; ama nafile… Bize refakat eden İmran Hanım nerden geldiğimizi, neden geldiğimizi anlattıkça daha çok ağlıyor. Elimizdeki emanetleri bıraktıktan sonra yaşlı amca dualarla uğurluyor bizi.

Bir başka evdeyiz. Kocasını kaybetmiş, çocuklu, genç bir kadın. Tek odalı evinde veriyor yaşam mücadelesini. Ve arka arkaya çaldığımız kapılar, başka hayatlara, başka bir drama aralanıyor… Tek odalı evlerde sürüyor yaşam ve bu da yetmezmiş gibi bir evde birkaç aile kalıyor. Bizde bayramda şeker tutma âdeti yerine burada bir lokmalık kurabiye ikram ediliyor. Bir de mırra tabiî ki. Yaşam mücadelesi vermelerine, bu yoksulluğa rağmen gülüyor gözleri, kucaklıyorlar tüm içtenlikleriyle bizi… 

Öğlene kadar yaptığımız ziyaretlerden sonra kesilen kurban etlerini dağıtmak için İHH ekibiyle birlikte tek tek çalıyoruz tüm kapıları. 

Yermük Kampı’ndan sonra, merkeze 30 km uzaklıkta olan Han Denun ve Sibena kamplarına gidiyoruz. Han Denun Kampı’nda 18 bin, Sibena Kampı’nda ise 30 bin Filistinli mülteci yaşamakta. Aslında bu iki kampın da Yermük Kampı’ndan pek de farkı yok. Bütün kamplarda zor yaşam şartları hüküm sürmekte. Vatanlarından sürülmüş insanlar; parçalanmış aileler; barınma, gıda, eğitim, sağlık gibi en temel haklarından bile mahrum, çaresiz bırakılmış mülteci hayatlar… Bu kamplarda da kurban etlerini ve diğer yardımlarımızı dağıtıyoruz. Bayramın üçüncü günü İHH tarafından gerçekleştirilmiş olan projeleri görmek için, tekrar gelmek üzere ayrılıyoruz. 

Çölün ortasında bir Filistin: Tenef Kampı 

Ve bak, asıl ölen yaylalar, villalar, tok karınlar
Hissiz dudaklar, gayretsiz kalpler,
Asla değil kavruk çölde yatan kadavralar.

(C. Zarifoğlu)

Bayramın ikinci günü sabah erkenden Irak ve Suriye sınırında tampon bölgede bulunan Tenef Kampı’na gitmek üzere yola çıkıyoruz. Dört saatlik bir çöl yolculuğundan sonra sınıra varıyoruz. Sınırda yapılan işlemlerden hemen sonra, çölün ortasında çadırlardan oluşan kamptayız. 

1948 yılında soykırımcı Siyonistler tarafından vatanlarından sürgün edilen mazlum Filistin halkının bir kısmı Irak’a sığınmış. 2003 yılında Amerika’nın Irak’ı işgal etmesiyle ikinci sürgünlerini yaşamışlar. Irak’ta barış içinde yaşarken emperyalist Amerika’nın oyunları sonucu birtakım milis gruplar tarafından öldürülmüş, tehdit edilmişler. Irak’ta yaşayan 35 bin Filistinlinin bir kısmı Suriye’ye, diğerleri de çeşitli Avrupa ülkelerine iltica etmişler. Ancak Suriye, yeterince Filistinli mülteci barındırdığını söyleyerek onları Irak ile Suriye sınırı arasındaki tampon bölgede tutmuş. 

Bezden hayatlar…

Issız çölde, her şeyden mahrum bir arazi üzerine kurulmuş derme çatma çadırlarda, gördüğüm diğer kamplardan çok daha kötü şartlarda bir yaşam sürülmekte. Kampın etrafı yüksek duvarlar ve tel örgülerle çevrili. Burada bulunan teşkilatın kadın sorumlusu Ümmü Ömer karşılıyor bizi. Çadırına, yani evine gidiyoruz. Daha önce gördüğümüz kamplardaki yokluktan daha fazlasını göreceğiz, diye hüznün heyecanını taşıyoruz. 

Fermuarı, yani kapısı açılan çadırdayız. Ümmü Ömer, eve benzesin diye süslemiş her yeri. O küçücük süzgeçten penceresine iki kanatlı tül yapmış. Ortasına bir gül takmış. Kalın, soğuk demirden direklerine yapma sarmaşık sarmış. Oda yok bu evlerde; arada sadece bir bez var çadırı ikiye bölen. Ümmü Ömer, İslam dünyasının sessizliğine sitem ediyor. Mülteci bir hayatın ruhlarını nasıl örselediğini bir şiirle anlatıyor. Ürdün’de vefat eden annesini son kez göremediğini, çünkü kamptan çıkınca en erken üç ay sonra tekrar kampa girebildiklerini söylüyor. Gözyaşlarını tutamıyor. Geceleri bu kavruk çölde zehirli akrepler kol geziyor. Her anne çocuğunun başında gözü açık sabah ediyor. Kışın suları donuyor. En çok korktukları ise yangın. Yangını fark eder etmez çadırı yırtmak için, başuçlarında bıçakla uyuyorlar. Bize geçen mayıs ayında en son çıkan yangının görüntülerini izletiyor. Bir kıvılcım her şeyi yok etmiş. Bir kadın fena şekilde yanmış ve çok kişi zehirlenmiş… 

Sağlık hizmeti alamıyorlar

Kurban etlerini ve yardımları dağıtmak için Ümmü Ömer eşliğinde çadırları dolaşıyoruz. Birçok ailenin en az bir ferdi ya öldürülmüş ya da işkence görmüş. Her çadırda başka trajedi… Kemik erimesi olan küçük bir kız çocuğunun imkânsızlıktan hastalığa terk edilişi sadece bunlardan biri. Sağlık sorunlarını tedavi ettirmeleri çok güç. Sadece bir ambulans var. Suriye’ye hastaneye gidebilmek uzun ve güç bir prosedür gerektiriyor. Bu nedenle doğum sırasında hayatını kaybeden kadınlar olmuş…

BM, aileleri parçalıyor

Tek odalı çadırda yaşayan teyze ağlıyor. “Bütün çocuklarımdan ayırdılar, her birini bir yana savurdular, iki yaşlı bizi bıraktılar.” diyor. Çocuklarının biri Finlandiya’da, biri İtalya’da ve diğeri ise Kıbrıs Rum kesimindeymiş. Kendisi de kocasıyla birlikte gitmek için sırasını bekliyor ama yaşlılık ve yalnızlık onları korkutuyor. 

Birleşmiş Milletler buradaki mültecileri belirli aralıklarla sığınmacı olarak çeşitli ülkelere yerleştiriyor. Kanada, Hollanda, Şili, Kıbrıs Rum Kesimi, Finlandiya, İsviçre, Norveç bunlardan bazıları. Aile olarak iltica etmelerine müsaade etmiyor; her ailenin her ferdini başka bir ülkeye yerleştiriyor. “Biz buna sevinmiyoruz. Bu bizi asimile etmek; dinimizden, değerlerimizden, idealimizden uzaklaştırmak için yaptıkları bir çalışmadır. Bunun farkındayız.” diye belirtiyorlar. İslam ülkelerine iltica etmeyi çok istiyorlar ama buna imkân tanınmıyor. 

Çadırda da olsa eğitime devam…

Okullarını ziyaret ediyoruz. Dersliklere çevrilmiş çadırlarda öğrenim görüyorlar. Çölde de olsa eğitimden vazgeçmeyeceklerini söylüyorlar. Çocukların bizim için hazırladığı gösteriyi izliyoruz. Yanımızda getirdiğimiz hediyeleri dağıtıp, çocuklarla sarılıp bayramlaşıyoruz. 

Sırada hanımlar için yapılan bir atölye ziyareti var. Çölde neler varmış, neler yapılırmış; ibret oluyorlar. Bu dirilik, bu dinçlik her kampta… Her Filistinli bir gün Filistin’e dönmek için yaşıyor. İmanın, teslimiyetin, tevekkülün anıtlarını diken eller ile kavuşturdu ellerimizi İHH. Kurban kardeşlik, Kurban paylaşmak, Kurban yakınlaşmak, Kurban kavuşmak… 

Savaş benim arkadaşım anne / 

Durmadan mukavemet anıtları dikiyoruz her / santimetre karesine Ortadoğu’nun 

Bölünemez Ortadoğu / sınır / taşlarıyla
Çoğuz / biz / anne
Çevremde / muştu dağıtan / kesiksiz artan
Her çocuk / bir komutan
(N. Pakdil)

İHH’nın Filistinli mülteciler için gerçekleştirdiği projeler 

İHH’nın kamplarda gerçekleştirdiği projeleri görmek için yola çıkıyoruz. 

İHH İnsani Yardım Vakfı Suriye’deki kamplarda; hanımlar için meslek edindirme kursları oluşturulması, anaokulu açılması, tekerlekli sandalye dağıtımı, Filistinli gençleri evlendirmek için toplu düğün organizasyonları ve çeyiz yardımları, su kuyusu açılması, su deposu inşası, gıda ve kurban eti dağıtımları ve hastane inşasından kültür merkezi ve spor kulübü kurulmasına ve altyapı çalışmalarına kadar birçok proje gerçekleştirmekte. 

Yermük Kampı’nda oldukça yüksek, silindir şeklinde bir yapının önünde duruyoruz. Kampın tüm su ihtiyacını karşılamak için yapılmış bir su deposu. Bundan önce mevcut olan depo çok küçük olduğu, ihtiyaçlara cevap veremediği için 200 metreküp hacmindeki bu büyük depo yapılmış. 

Meslek edindirme kursları, kimseye muhtaç olmamak demek…

Sonrasında Handenun Kampı’nda kadınlar için yapılmış dikiş-nakış kursuna gidiyoruz. Burada bizim kanaviçe dediğimiz, etamin üzerine yapılan işlemelerden şal, çanta, tablo, anahtarlık gibi ürünler var. Kursun sorumlusu Ümmü Muhammed, bir şehit eşi ve üç yetim annesi. Dul ve yetimlerin çok olduğunu, kadınların meslek edinip geçimlerini sağlamaları için çalıştıklarını belirtiyor. Bunun yanı sıra kadınlara ve gençlere yönelik tarihlerini, kültürlerini ve dinlerini unutmamaları için eğitim çalışmaları yapıyorlar. 

Filistinli kadınlara meslek edindirmek için açılan bir başka kurstayız. Bu kursun açılması için Erzurum İHH gönüllüsü hanımlar sadece mantı sıkarak çalışmışlar. 

İHH’nın Kurban ve Ramazan çalışmalarında bölgelere giden ekipleri, oralardan projelerle dönüyorlar. Gönüllüler ise bu projelerin gerçekleşmesi için gerekli maliyeti toparlayıp, İHH eliyle hayata geçiriyorlar. Yine bu şekilde yapılmış başka bir meslek edindirme kursunun açılışı için Sibena Kampı’na gidiyoruz. İstanbul’dan İHH gönüllüsü hanımlar biletli iftar programları yaparak elde ettikleri gelirle bu kursun açılmasına destek oldular. İHH’nın partner kuruluşu olan el- Hayriye Derneği sorumlusu Ebu Salih, açılış için bir konuşma yapmak üzere ayağa kalkıyor: “Batı’nın tüm emperyalist çalışmalarına, aramıza çizdiği sınırlara rağmen, bugün bu birliktelik; sınırların kalktığını, bir ümmet olduğumuzu gösteriyor. Türkiye’nin bizimle olduğunu biliyoruz; selam ve dualarımız sizinle. İnşallah tüm İslam toprakları özgürleşir ve bir gün özgürleştirilmiş Mescid-i Aksa’da birlikte namaz kılarız.” Oradaki hanım kardeşlerimizle hasbıhâlden sonra dualarla ayrılıyoruz. 

Yüksek gerilim hattı artık yer altında

Yola çıkmak üzere aracımıza biniyoruz. Ekip sorumlumuz kampın bir bölümünü işaret ederek gösteriyor. Burada önceden kampın üzerinden geçen, çok kişinin kanser olmasına sebep olan yüksek gerilim hattının bulunduğunu; İHH’nın bu yüksek gerilim hattını yer altına aldığını söylüyor. 

Anlatacak çok hikâye, görülecek çok proje var. Ancak vakit daralıyor. Gitmeliyiz…

Kasyun Dağı’nda bırakıyoruz seni Suriye…

Son olarak buralara gelip de görmeden gidilmemesi gereken yerlerden biri olan Kasyun Dağı’na çıkıyoruz. Rivayete göre Kabil, Habil’i burada öldürmüş. Hz. Meryem ve Hz. İsa bu tepeye sığınmış. Hz. İbrahim, oğlu İsmail’i kurban etmek için buraya çıkmış. Tepeden Şam’ı seyrederken bu rivayetleri düşünüyorum. Hepsinde de Allah’a en çok sevdiğini verenler, kurban edenler… Habil, kendisine verilenin en güzelini Rabbine adar. Hz. Meryem, hiç çocuğu olmamış, tek hasreti bir evlat olan annesi Hanne tarafından Rabbine adanır. Hz. İbrahim, ihtiyarlığında evlat sahibi olmaktan ümit kesmişken, kendisine verilen biricik oğlunu Rabbine adar. Hepsinde dua ve sabır sonucu elde ediş… Hepsinde Allah için en sevgiliden vazgeçiş… 

Hazırlıklarımızı yapıp İstanbul’a dönüş için yola çıkıyoruz. Rabbim çalışmalarımızı bereketli ve daim kılsın.