İHH İnsani Yardım Vakfı
0
Bağış Yap
Takip Et
TR
TRY
Kapat
  • Biz kimiz
  • Ne yapıyoruz
  • Ne yapabilirsiniz
  • Oturum aç
Edda Virginia Manga Otalora
Mavi Marmara 13.02.2013

Edda, Gazze’ye Özgürlük Filosu’na eşi Mattias Gardell (1959) ile birlikte katılmıştır. Mattias Gardell, Uppsala Üniversitesi Karşılaştırmalı Dinler Bölümü öğretim üyesi ve bölüm başkanıdır; Özgürlük Filosu’nu organize eden altı inisiyatiften biri olan “Ship to Gaza-Sweden”ın üyesi ve sözcüsüdür.

israillilerin muameleleri, bana guantanamo ve “teröre karşı savaş”ın hukuk dışı uygulamalarını hatırlattı

“İsrail’in Filistin’e karşı politikaları Avrupalıların sömürgeci zorbalığından farklı değil”

“Kalbimin bir parçasını Mavi Marmara’da bıraktım”

“Maskeli, tepeden tırnağa silahlı, silahsız sivillere karşı suç işleyen gençler… İsrail kendi kendini yok ediyor”

“İsrail’in demokratikleşmesi, Filistin meselesini çözmesiyle doğrudan bağlantılı”

isveç’teki havalimanında saatlerce bizi bekleyen bir genci hatırlıyorum. boynuma sarılıp bana teşekkür etmek istediğini söyledi. çünkü mısır bu sayede gazze sınırını açmıştı ve bu genç adam tam dokuz yıl sonra artık annesini ziyaret edebilecekti.

bizi kaçıran askerler, israil otoritelerince nasıl bütün eşyalarımıza el konduğuna tanık oldular. daha sonra ortaya çıktı ki bazı askerler yolcuların eşyalarını çalmışlar ve hatta kredi kartlarını kullanmışlar. eğer ki yöneticileri insanların eşyalarına el koymalarını emrediyorsa, hırsızlığa meyletmeyen bir gençliği nasıl yetiştirebilirler?

filo, gazze’ye yönelik ablukanın hukuk dışı ve saçma olduğuna dikkatleri çekerek siyasi hedefine ulaşma bağlamında başarılı oldu. ancak gazze’ye ulaşamadık ve abluka hâlâ devam ediyor. bu da şunu gösteriyor ki başarımız yeterli değil, eylemlerimizi sürdürmeliyiz.

Gazze Özgürlük Filosu’na katılma sebebiniz, sizi motive eden şey neydi?

Filistinlilerin maruz kaldığı haksızlıklar uzunca bir süredir beni kaygılandırıyordu. Ben sömürgecilik ve ırkçılık alanında uzman bir tarihçiyim ve Avrupa sömürgeciliğinin gaddarlığıyla kıyasladığımda, bence İsrail’in Filistin’e karşı politikaları sömürgeci zorbalıktan pek de farklı değil. Bu artık sona ermeli. Ancak “küresel düzen” pek çok bakımdan sömürgeci güç ilişkilerinin bir devamı mahiyetinde olduğundan dolayı bu zorbalığın devamına müsaade ediliyor ve hatta “istikrar” ve “demokrasi”nin hayatta kalabilmesi adına bu bir zaruret olarak görülüyor. Vatandaşı olduğum İsveç ve Avrupa Birliği İsrail’in hukuk dışı faaliyetlerini sürdürmesine katkıda bulunuyor. 2008 sonu ve 2009 başında Gazze’ye saldırı devam ederken, Gazze halkı hava saldırılarından kaçamaz durumdayken ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un İsrail’i ziyaret ettiği gün BM’ye bağlı okullar fosfor bombalarıyla vurulduğunda şunu fark ettim ki değişim, kurumsallaşmış organlar vasıtasıyla gerçekleşmeyecek. Zaten ne devletlerden ne de BM’den herhangi bir yardım gitmekteydi bölgeye. Öyleyse insanlar bunu kendi başlarına gerçekleştirmeliydiler. İşte bunu fark ettiğimde bireysel olarak üzerimde ahlaki bir yükümlülük hissettim.

Yola koyulmadan evvel Filoya yönelik bir İsrail saldırısı bekliyor muydunuz? Biliyorsunuz İsrailli yetkililer Filonun geçişine müsaade etmeyecekleri konusunda önceden ikazda bulunduklarını belirtiyorlar.

Daha önceki Gazze ablukasını delme girişimlerinde İsrail’in teknelere saldırdığını biliyordum, iktidardaki İsrailli siyasetçilerin eski askerler olduklarını ve militer bir kafa yapısına sahip olduklarını da. Filoyu durdurmak üzere İsraillilerin “her türlü yola başvuracakları” haberi geldiğinde, askerî güç kullanabileceklerini düşündüm. Yola çıkmadan evvel İsveç Dışişleri Bakanı’ndan uluslararası sularda seyahat etme hakkımızı korumasını talep eden bir inisiyatif başlattım. Buna cevaben Bakan, amacımızı desteklediğini, bizim şiddete başvurmayacağımızı tahmin ettiğini ve İsraillilerin de bu doğrultuda hareket etmesini beklediğini belirten bir cevap vermişti.

İsrail saldırısından evvel Mavi Marmara’da nasıl bir ortam vardı?

Mükemmel bir tecrübeydi bu. Dünyanın dört bir yanından gelen çok farklı siyasi görüşlerden ve dinî inanışlardan insanlar, attıkları bu somut adımla daha iyi bir gelecek ümidini paylaşıyorlardı. Altı tekne/gemi hep bir arada mavi Akdeniz’in sularında hareket etmeye başladığı an, o güneşli öğleden sonra, hayatımın en mükemmel anlarından biriydi.

Saldırı esnasında neler yaşandı? Gemideki ortam nasıldı? Şahsi tecrübelerinizi ve şahit olduğunuz olayları bizimle paylaşır mısınız?

Basın odasındaydım o esnada; on dört sürat teknesi ile kuşatıldığımız haberi geldiğinde odadakilerin çoğu bir anda dışarı çıktı. Bombalar güverteye o kadar yüksek bir sesle düşüyordu ki alabandaların (duvarların) parçalanacağını zannettim. İnsanlar dışarıya koşup askerlerin gemiye tırmanmasını engellemeye çalışıyordu. Bu sırada gözünden vurulan birisini gördüm. Bir arkadaş içeri gelip dışarı çıkmamamız gerektiğini, çünkü gerçek mermilerin kullanıldığını ve iki kişinin öldürüldüğünü söyledi. Sakince düşünmeye çalıştım ve yere oturup ateşin kesilmesini bekledim. Saldırıdan kurtulabileceğimizden emin değildim.

Gemide hepiniz esir alındınız ve ardından Aşdod Limanı’na götürüldünüz. Bu süreçte gemide ve İsrail hapishanesinde neler yaşadığınızı anlatabilir misiniz? Psikolojik veya fiziksel herhangi bir işkenceye ya da kötü muameleye maruz kaldınız veya şahit oldunuz mu?

Sanki bir düşman ordusuymuşuz gibi saldırıya uğradık ve bize düşman muamelesi yaptılar. İsrail askerlerini basın odasının dışında bulunanları götürürken gördüm. Kimisine çok ciddi şiddet uygulanıyordu; iki kişi kıyasıya tekmelendi, elleri kelepçelendi ve kafalarına örtü geçirildi. Bu beni çok ürküttü; çünkü bu tarz muameleleri Guantanamo’dan ve “Teröre Karşı Savaş”ın gayri hukuki uygulamalarından hatırlıyordum. Özellikle Türk olduğu veya Batılı olmadığı zannedilen erkeklere karşı muameleleri beni şok etti. Bu kişilerin elleri kelepçelendi, saatlerce çömelmek zorunda bırakıldılar ve tuvalete gitmelerine izin verilmedi. Bazıları bu muamele yüzünden yaralandı ve bayıldı. Güvertedeyken, tepemizdeki helikopter yüzünden denizin suyu sürekli üzerimize boşalıyordu. Bu kasten yapılıyor gibiydi. Yolculuğun geri kalanında havalandırmanın ve yiyeceğin olmadığı sıcak bir salona kapatıldık. Bunu protesto eden veya bize haklarımızı hatırlatan kişiler ihlallere uğradı. Genç bir İngiliz vatandaşını hatırlıyorum (Osama Qashoo), ayağa kalkıp bizim herhangi bir hukuku ihlal etmediğimizi ve bu nedenle bizi alıkoymalarının herhangi bir hukuki gerekçesi bulunmadığını hatırlattı; bunun üzerine onu bizim göremeyeceğimiz bir yere götürdüler, acı içinde feryatlarını duyabildik ancak. Onun bir daha yanımıza dönmesine asla müsaade etmediler. Askerler gemi içindeki her şeye zarar verdiler; eşyalarımızı çöp gibi yığdılar... Hapishanedeki muamele gemidekine kıyasla daha iyiydi; en azından “bazı hakları olan suçlular” muamelesi gördük. Ama yine de kanunda belirtildiği halde avukatla görüşmemize ve telefon etmemize müsaade edilmedi.

Bu yolculuk esnasında sizi en çok etkileyen ve hayatınız boyunca unutamayacağınız -trajik veya şaşırtıcı- olayları bizimle paylaşır mısınız?

Daha önce de belirttiğim gibi altı geminin birlikte Gazze’ye doğru yola koyuldukları anı hiçbir zaman unutmayacağım. O anda -imkânsız gibi gözükse de- Filistin’deki durumun değişebileceğini seziyordum. Değişim, eğer insanlar kararlı olursa mümkündür... Tabii pek çok trajik olay da hatırlıyorum; ama bu trajik olayların, nefret üretmesi ve Filonun görünür kıldığı imkânları ve sevgiyi gölgelemesi tehlikesi var. İşte bu nedenle sorunuza cevap olarak sadece hatırlamayı tercih ettiğim şeyleri söylüyorum.

Ülkenize döndüğünüzde insanların size ve Mavi Marmara’ya yönelik İsrail saldırısına tepkileri nasıldı?

İki çeşit tepki söz konusuydu: Birincisi minnettarlık ve sevgiydi. İsveç’teki havalimanında saatlerce bizi bekleyen bir genci hatırlıyorum. Boynuma sarılıp bana teşekkür etmek istediğini söyledi. Çünkü Mısır bu sayede Gazze sınırını açmıştı ve bu genç adam tam dokuz yıl sonra artık annesini ziyaret edebilecekti... Pek çok kişiye göre Mavi Marmara’ya saldırı korkunç bir olaydı. Çoğunluğu gazeteci olan diğer insanlar ise gayet sertti; kesinlikle barışçıl olmayan ve İsrail askerlerine saldıran bir grup “terörist”le aynı gemide birlikte olduğumuzu ima ettiler. Bazı “İsrail dostları” saldırının İsrail’in “güvenliği” için zaruri olduğunu savundu. İsveç polisi ise İsrail donanmasının eylemini “silahlı soygun” ve “adam kaçırma” olarak nitelendirdi.

Bütün bu yaşadıklarınızdan sonra Gazze’ye gidecek bir başka organizasyona katılmayı düşünüyor musunuz?

Evet, hiç şüphesiz.

Filonun başarılı olduğunu, hedefine ulaştığını düşünüyor musunuz? Çünkü bazıları Filonun amacına ulaşmadığını ve boşu boşuna insanların hayatlarını kaybettiğini ve yaralandığını düşünüyor. Size göre Filonun en önemli başarıları nelerdir?

Filo, Gazze’ye yönelik ablukanın hukuk dışı ve saçma olduğuna dikkatleri çekerek siyasi hedefine ulaşma bağlamında başarılı oldu. Sembolik de olsa bazı değişikliklerin önünü açtı, pasif direnişin gücü fark edilip Filistinli gruplar arasında tartışılır hale geldi ve İsrail imajı değişti. Ancak Gazze’ye ulaşamadık ve abluka hâlâ devam ediyor. Bu da şunu gösteriyor ki başarımız yeterli değil, eylemlerimizi sürdürmeliyiz.

İsrail’in saldırganlığının birinci elden şahidisiniz. İsrail hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bence İsrail kendi kendini yok ediyor. Bu kadar fazla maskeli, tepeden tırnağa silahlı, silahsız sivillere karşı suç işleyen genci gördüğüme gerçekten çok üzüldüm. İsrail’deki her genç kız ve erkek hayatlarının baharında uzunca bir süre askerlik yapmak zorunda. Orada onlara düşmanları öldürmeleri gerektiği öğretiliyor; karşıt görüşlüleri onurlarını kırarak, yalan söyleyerek ve işkence ederek kontrol altına alma ve boyun eğdirme öğretiliyor. Oysaki bu öğreti, başka insanların acılarına karşı duygusal olarak duyarlılıktan vazgeçmeyi, eşitlik ve adalet fikrine ahlaken tepkisiz kalmayı, ifade özgürlüğü ve kişilik haklarının zedelenmemesi gibi demokratik ideallere kaşı hasmane bir tavır almayı gerektiren bir öğreti. Bu nedenle bence bu sistem gayet somut bir şekilde kendi geleceğini yok ediyor. Size bir örnek vermek istiyorum: Bizi kaçıran askerler, İsrail otoritelerince nasıl bütün eşyalarımıza el konulduğuna tanık oldular. Daha sonra ortaya çıktı ki bazı askerler yolcuların mallarını kendileri için almışlar [çalmışlar] ve hatta kredi kartlarını kullanmışlar. Eğer ki onların yöneticileri çalıyorsa ve onlara insanların mallarına el koymalarını emrediyorsa, hırsızlığa meyletmeyen bir gençliği nasıl yetiştirebilirler?

Bu sadece silahlı kuvvetlere has bir problem de değil. Biliyorsunuz, İsrail topraklarına “yasadışı” yollardan girdiğimiz suçlamasıyla hapse atıldık. Tabii ki bu suçlama çok saçmaydı; çünkü biz uluslararası sulardayken İsrailliler tarafından kaçırıldık. Buna rağmen bizi hapse attılar, avukatla görüşmemize izin vermediler ve daha sonra ülkelerine on yıllık giriş yasağıyla bizi sınır dışı ettiler. Bu, İsrail’de hukukun üstünlüğü hakkında size ne anlatıyor?

İsrail’in demokratikleşmesinin, Filistin meselesini çözmesiyle doğrudan bağlantılı olduğunu düşünüyorum. İsrail olağanüstü hal ile yönetilegeldi ve gerçek bir anayasası bile yok. Bu arada demokrasiden kastımın, bir etnik grubun yönetim kadrolarını büyük ölçüde elinde tuttuğu bir etnokrasi değil, tüm vatandaşların eşitliği olduğunu vurgulamak isterim.

Mavi Marmara sizin için ne anlam ifade ediyor?

Bunu tarif edemem. Kalbimin bir parçasını Mavi Marmara’da bıraktım.

(Edda Manga ve filo yolcularının yaşadıklarını İHH Kitap’tan çıkan Küresel Vicdanın Dilinden Özgürlük Filosu–Yolcularla Söyleşiler kitabından okuyabilirsiniz: http://www.ihh.org.tr/mavi-marmara-yayin-dunyasina-da-yelken-acti/)