İHH İnsani Yardım Vakfı
0
Bağış Yap
Takip Et
TR
TRY
Kapat
  • Biz kimiz
  • Ne yapıyoruz
  • Ne yapabilirsiniz
  • Oturum aç

Mavi Marmara Davası

Mavi Marmara hakkında dünya üzerinde yürütülen hukuki mücadelenin güncel durumlarının özetidir.

Gazze Özgürlük Filosu ve Mavi Marmara hakkında detaylı bilgi almak için tıklayın.

 


Uluslararası Ceza Mahkemesi'ndeki durum

Başvuru Tarihi: 14 Mayıs 2013

Başvurucu Devletler: Komorlar Devleti, Yunanistan, Kamboçya

Suç: Savaş Suçu

Sanıklar:

  1. Shimon Peres, İsrail Başkanı
  2. Benjamin Netenyahu, İsrail Başbakanı
  3. Ehud Barak, İsrail Dönem Savunma Bakanı
  4. Avigdor Lieberman , İsrail Dönem Dışişleri Bakanı 
  5. Gabi Ashkenazi, İsrail Dönem Genelkurmay Başkanı
  6. Eliezer Alfred Marom, İsrail Dönem Deniz Kuvvetleri Komutanı
  7. Amos Yadlin, İsrail dönem İstihbarat Başkanı
  8. Tal Russo, İsrail Mavi Marmara Saldırısı Komuta Merkez Kumandanı
  9. Diğer emir veren ve uygulayan tüm siyasi, sivil ve askeri sorumlular.

İsrailli yönetici ve askerlerinin faili oldukları Mavi Marmara’da işledikleri suçlar için 14.05.2013 tarihinde Roma Sözleşmesine taraf olan ve Mavi Marmara gemisinin bayrak devleti olan Komor Devleti adına, Hollanda-Lahey’ de bulunan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)’ ne başvurulmuştu. Dosyaya Roma Statüsüne taraf olan Kamboçya ve Yunanistan’da taraf olarak eklenmişti.

UCM Savcılığı, İsrail’in savaş suçu işlediğini, İsrail’ in Gazze üzerindeki etkin kontrolü devam ettiği için İsrail Gazze’ de işgalci statüsünde olduğunu, Gazze Özgürlük Filosunda yer alan tüm katılımcılar, uluslararası hukukta korunan siviller statüsünde olup İsrail askerleri, yolcuların sivil olduğunu bildiği halde, saldırıyı gerçekleştirdiğini kararlaştırmıştı. UCM Savcılığı bu tespitleri sıralarken İsrail’ in meşru müdafaa tezlerini tartışmaya değer bulmadığına değinmiş ve “hayatını kaybedenlerin otopsi raporları değerlendirildiğinde; baştan, ayaklardan, boyundan defalarca vurulduklarını ve en az 5 kişinin bitişik atış mesafesinden vurularak öldürüldüğünü” belirtmişti.

Savcılık aynı zamanda bu suçlarda mağdur olan ve ölen sayısının UCM’ nin yargı yetkisine girecek oranda yoğun olmadığı (“GRAVITY” ilkesi) gerekçesiyle soruşturma yetkisinin bulunmadığına karar vermişti.

İsrail, bu yargılamalardan muaf kalmak ve ceza alma riskini bertaraf edip hesap sorulamaz ve hukuk tanımaz politikalarını devam ettirebilmek için her türlü yoğun çaba içerisine girmiştir.

UCM Savcılığının kararında “İsrail’in Mavi Marmara saldırısında ‘SAVAŞ SUÇU’ işlediği” tespit edildiği halde “suçun ağırlık derecesi” gerekçe gösterilerek soruşturmanın nihayete erdirilmesine karşı Komor Devleti Avukatları ve Mavi Marmara Mağdur Avukatları 29.01.2015 tarihinde “Savaş Suçu İşleyen İsrail’in Cezalandırılması” için itiraz dilekçesi vermişti. Ön inceleme mahkemesinde görülen bu itirazda Mahkeme Mavi Marmara avukatlarını haklı bulmuştu. Bunun üzerine UCM Savcılığı usulde yeri olmadığı  halde UCM Temyiz Mahkemesine başvurarak İsrailli suçluların yargılanması için bir yol arayışına gitmişti. Temyiz Mahkemesi Savcının bu başvurusunu da 06.11.2015 tarihi itibariyle reddedince İsrailli yönetici ve askerlerin sanık sandalyesine oturmaları için süreç nerdeyse tamamlanmak üzere. Savcının yeni kararı bekleniyor.


İspanya'daki durum

31 Mayıs 2010 tarihinde İsrail tarafından Gazze Özgürlük filosuna yapılan saldırıda Mavi Marmara’da bulunan İspanya vatandaşları suç duyurusunda bulunmuş soruşturma başlatılmıştı. Süreç İsrail’in de baskısı ile zorluklarla yürütülmüş ve dosya en son İspanya Yüksek Mahkemesine götürülmüştü. Burada görülen davanın sonucunda Mahkeme, İsrail Başbakanı Netenyahu, Dönemin Savunma Bakanı Ehud Barak, dönemin dışişleri bakanı Avigdor Lieberman, Dönemin Başbakan Yardımcısı Moshe Ya’alon, dönemin deniz kuvvetleri komutanı Eliezer Marom, dönemin devlet bakanı Benny Begin ve  başbakan yardımcısı Eli Yishai olmak üzere toplam 7 kişi hakkında tutuklama kararı verdi.

İspanya Yüksek Mahkemesi sanık Netenyahu ve diğer sanıklar hakkında verilen tutuklama kararının üzerine bu sanıkların kendilerinin Mahkemeye gelmeleri ve Mahkeme önünde ve işledikleri suçlardan dolayı ifade vermelerini talep etti.

Sanıklar İnsanlığa Karşı İşlenmiş suçlardan dolayı yargılanıyor. İspanya Yüksek Mahkemesinin Hâkimi De La Mata, Mavi Marmara’nın davasını açıp sanıkların bilgilerini İspanya Polisine gönderme kararı aldı.

Sanıkların  listesi İspanya Ulusal Emniyetine gönderilerek yakalanma süreçleri de başlatılmış oldu.

Bilindiği üzere İsrail bu davayı engellemek için çok çeşitli çabalar sarf etmişti. İspanya’da Siyasi baskılarla Evrensel yargı  yetkisi ile ilgili mevzuat değişikliği yapılmıştı.  Hatta Hazıran 2015’te, Hâkim Ruz evrensel yargı etkisini İspanya’da iptal olduğu için ve siyasi durumlardan dolayı olumsuz bir karar almıştı. Ancak bu karar rağmen Mavi Marmara mağdurları ve avukatları adalet arayışlarını sürdürmüştü ve bu karara rağmen, İspanya Yüksek Mahkemesi Hakimi De La Mata Mavi Marmara dosyasını tekrar açtı ve çok cesur bir karar aldı.


ABD’deki durum

Ehud Barak Davası

31 Mayıs 2010 tarihinde Mavi Marmara gemisine ve Filo’nun diğer gemilerine yapılan saldırı nedeniyle, saldırıda şehit olanlardan ABD Vatandaşı Şehit Furkan Doğan’ın ailesi ABD’de dava açtı. İsrail Eski Başbakanı Ehud Barak bir konferans için ABD’de bulunuyordu. Ehud Barak Gazze ablukasının kararını veren ve bu uygulamayı başlatan İsrail Eski Başbakanıdır. Mavi Marmara saldırısının da sorumluları arasında yer alıyor. Mavi Marmara Avukatları ABD’de bulunan Ehud Barak’a Mossad ajanlarının engelleme girişimlerine rağmen ulaşmayı başardı ve önceden hazırladıkları dava dosyasını Mavi Marmara Ehud Barak’a tebliğ etmeyi başardı. Bu tebligatın şokunu yaşayan Ehud Barak Furkan Doğan davasından dolayı ABD’de jüri önünde yargılamayla yüz yüze geldi.

Şehit Furkan Doğan’ın ailesi adına açılan dava Kaliforniya Merkez Federal Mahkemesi’nde görülmeye başladı. California Merkez Federal Mahkemesi’nde açılan davada, Ehud Barak hukuksuzca sivillere uluslararası sularda saldırarak ABD vatandaşı Furkan Doğan’a kasden öldürmekten ve aynı zamanda, Uluslararası Terörizm suçu, işkence, kötü muamele, zalimane muamele, haksız gözaltı gibi suçlardan dolayı yargılanacak ve bütün bu suçları planlayan ve emreden olarak mahkemeye çıkması gerekiyordu.

Dava bugüne kadar İsrailli üst düzeylere açılmış ABD’deki ilk dava olup, ilk defa İsrailli bir başbakan Uluslararası Terörizm suçu ile mahkemeye çekilecekti.

Şehit Cevdet Kılıçlar ve Şehit Necdet Yıldırım’ın eşlerinin başvurusu ile açılan Fransa’da açtıkları soruşturmada Ehud Barak tutuklanmaktan 2010 yılında katılacağı silah fuarına son anda uçaktan inerek kurtulmuştu.

California Merkez Federal Mahkemesi’nde açılan davaya İsrail Devleti müdahil oldu. ABD Dış işleri Bakanlığının da Ehud Barak’ın dokunulmazlığı olduğuna dair Mahkeme kanalıyla Ahmet Doğan’ın avukatlarına beyanları oldu.   22 Temmuz 2016’da görülen ilk usul duruşmasında İsrail tarafının avukatları Türkiye İsrail arasında anlaşmanın gerçekleştiği gerekçesi ile diğer iddiaları ve Mavi Marmara tarafının beyanları tartışıldı. Mahkeme davanın görülemeyeceğine dair kararını açıkladı. Bunun üzerine Şehit Furkan Doğan’ın ailesinin avukatlarının itirazı gerçekleşti ve itiraz süreci henüz karara bağlanmadı.

Washingthon DC

İsrail’in 2010 yılında Gazze Özgürlük Filosu’na yönelik gerçekleştirdiği insan hakları ihlalleriyle yargılanmasının sağlanacağı ezber bozan bir dava açıldı. İsrail Savunma Güçleri’nin (IDF) Amerikan bayraklı gemiye yönelik gerçekleştirdiği kanunsuz saldırıdan dolayı tazminat talep eden üç Amerikan vatandaşı İsrail Devleti’ne karşı Mavi Marmara Avukatları eliyle 11.Ocak 2016’da Washington, D.C.’de bir dava açtı. Bu dava ABD’de diğer bazı Mavi Marmara davaları gibi ilk olma özelliğini taşıyor.

Amerikan Yerel Mahkemesi Kolombiya eyaletinde, 31 Mayıs 2010 tarihinde uluslararası sularda seyir halinde bulunan Amerikan gemisi Challenger I’da bulunan mağdurların zararlarının karşılanması için İsrail Devletine tazminat davası açıldı. Challenger I gemisi, İsrail Hükümeti tarafından söz konusu tarihte ve hala devam eden abluka altında olan Gazze’ye insani yardım ve tıbbi malzeme götürmek isteyen filonun bir parçası olarak seyrediyordu.

Üçü Amerikan vatandaşı olan dört davacı saldırının sebep olduğu her türlü stres, zarar ve kayıplar için tazminat talep etmektedir. İsrail saldırıdan bu yana geçen zamanda hiçbir sorumluluk ve yükümlülüğü kabul etmemiş ve mağdurlara herhangi bir tazminat ödememiştir. Amerikan gemisi İsrail tarafından iade edilmemiş olup ve hala İsrail’de alıkonmaktadır.

Mavi Marmara davalarının ABD ekibindeki hukukçulardan David Schermerhorn “Temel haklara saygı duyulmalı ve bu haklar Amerikan Mahkemelerince muhafaza edilmelidir. İsrail yetkilileri arasındaki söz konusu saldırıların sorumlularının  zarar verenci eylemlerinden dolayı yargılanmasını istiyoruz. Silahsız sivillere karşı uyguladıkları gereksiz şiddet ve insani yardım malzemelerinin beraberinde kişisel eşyalarımızı çalmaları yanlarına kar kalmamalıdır” ifadelerinde bulundu.

Söz konusu dava, Birleşik Devletlerde meydana gelen ciddi suçlardan dolayı, ki mezkur olayda Amerikan Bayraklı gemi Amerika Birleşik Devletleri kanunlarının alanına girmektedir, yabancı bir devlete dava açmaya yönelik Yabancı Devletlerin Dokunulmazlık Yasası (FSIA)’ndaki özel duruma dayanması  açısından ezber bozan bir davadır.

Davacıların danışman avukatı, Steven Schneebaum “Yabancı devletlerin Birleşik Devletlerdeki davalarda dokunulmazlığı vardır. Fakat bu dokunulmazlık bazı durumlarda terk edilir. Yabancı devletlerin unsurlarının Birleşik Devletler içerisinde fiziksel yaralanmaya yol açan kanunlara aykırı davranışları ve dünyanın herhangi bir yerinde ABD vatandaşlarına karşı yapılan zarar verici eylemler söz konusu olduğunda, bu devletlere dokunulmazlık verilmez. Bu iki istisnanın da bu durumda bu davanın gerçekliklerine uygulanabilir olduğunu söylüyoruz. “ dedi. 

Profesör Ralph Steinhardt (George Washington Üniversitesi’nde uluslar arası hukuk uzmanı ve davacıların hukukçu takımı üyesi)’a göre “Challenger I’a yapılan saldırı uluslar arası hukukun açık bir ihlalidir, bu ayrıca savaş hukukunu, insan haklarını ve deniz hukukunu da içerir. Burada ABD Kongresi’nin verdiği yetkiye dayanarak bu yargılama Amerika Birleşik Devletler mahkemelerinin mesuliyetidir. Eğer durum tam tersine olsaydı, Amerika açık sularda İsrail gemisine saldırsaydı ve İsrail vatandaşlarına kötü davransaydı, İsrail yabancı devletler dokunulmazlık hukuku Amerika’ya dava açması için İsrail mahkemeleri devreye girerdi.”

Bu dava ve dünyanın çeşitli yerlerindeki ulusla ve uluslararası davalarda mağdurları temsil eden hukukçular Sir Geoffrey Nice ve Rodney Dixon “Bu uluslar arası hukuk kurallarının ciddi bir şekilde sınanmasıdır, vatandaşların barışçıl bir şekilde protesto etme hakkı güçlü bir şekilde korunmalıdır. Hiçbir devlet cezasız kalmanın zevkini çıkarmamalıdır. Biz ayrıca  Mavi Marmara’ya saldırıda hunharca katledilen Amerika vatandaşı Furkan Doğan için de California’da bir dava açtık. “ şeklinde konuştu.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Tarafından Eylül 2010 tarihinde saldırı için verilen raporda, “Challenger I’ ı engellemek için İsrail askerleri tarafından kullanılan güç …..  lüzumsuzdu, orantısızdı, aşırı ve uygunsuzdu, fiziksel bütünlük haklarını ihlal edecek miktarda idi…” şeklinde belirtilmiştir. Ayrıca, Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı saldırı ile ilgili yapmış olduğu ön incelemesinde verdiği kararda Filoya karşı yapılan saldırı ve süregelen olayların ‘savaş suçu’ olduğuna karar vermişti.

Dört davacının üçü Amerikan vatandaşı diğeri ise Belçika vatandaşıdır. Davacıların hepsi Gazze’dekilerin durumuna dikkat çekmek için çalışan iyiliksever yardım gönüllüsü ve aktivistlerdir. Her biri saldırının sebep olduğu fiziksel ve duygusal zarar ve stresin mağduru olmuşlardır. Amerikan vatandaşı olan David Schermerhorn yanı başında atılan bir ses bombası ile yaralanmış, bir gözünde kalıcı kısmi görme kaybına sebep olunmuştur. Davacılardan Huwaida Arraf, Amerika ve İsrail vatandaşıdır. Araf aynı zamanda Amerikalı bir avukat ve insan hakları aktivistidir. Araf, saldırı  sırasında başını güverteye çarpmıştır. Kendisini kelepçelemesi ve başına bir şey geçirmeden önce İsrail askerlerinin fiziksel saldırısına uğramıştır. Belçika vatandaşı olan Margriet Deknopper plastik bir mermi ile vurulmuştur ve bu mermi ile burnu kırılmıştır. Amerikan ordusunun emektarı ve eski bir Amerikan diplomatı olan Mary Ann Wright onu ve diğerlerini gemi güvertesinde alıkoydukları zaman İsrail askerleri tarafından saldırıya uğramıştır.   

Filodaki bütün gemilerin mağdurlarının avukatlığı için çalışan Stoke&White LLP (Londra) avukatlık bürosundan Hakan Camuz “Davacılar, bütün filodakiler gibi, Gazze’deki sivil insanların, halkın  yaşadığı abluka zalimliğine ve vahim insani sonuçlarına dünyanın dikkatini çekmek için doğru olanı yapıyorlardı. Gazze sakinlerine gıda, tıbbi malzeme, yaşamlarını devam ettirmek için gerekli ihtiyaçları götürmek istiyorlardı. Fakat hukuksuz canice bir saldırı, şiddet ve kaba güç ile durduruldular. Söz konusu dava bu yaşananların telafi edilmesi için hukuk mücadelesi yürüteceğiz. Bu dava sadece tazminat kısmı ile ilgili olup, bu yönden telafi ancak İsrail’in uluslararası sulardaki  saldırısının sonucunda oluşan maddi manevi kayıp ve zarara maruz kalan kişilerin tüm zararlarının  tazmini ile mümkün olacaktır.” vurgusunda bulundu.


Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki durum

Mavi Marmara gemisinde bulunan Güney Afrika vatandaşı Cape Town’lu gazeteci Gadija Davids’in avukatları, Güney Afrika’nın Öncelikli Suçlar Dava Birimi (PCLU)’nin, Güney Afrika Başsavcılığı Ulusal Başkanlığı’nın ve Güney Afrika Polis Teşkilatı (SAPS)’nın UCM’ye olayın önemini anlatmalarının yanı sıra resmî olarak da olayı inceleme ve soruşturma kararı almış olduklarını açıklamıştır. Son alınan kararla İsrailli sanıklar hakkında sınırlara isimleri bildirilmiş ve Güney Afrika’ya girdikleri takdirde yakalanmaları talep edilmiştir.


İngiltere'de yürütülen hukuki süreç

Mavi Marmara’nın İngiltere vatandaşı olan yolcuları adına avukatlarının Başsavcılık Makamı ile yaptıkları yazışma ve Londra Emniyet Müdürlüğü’ne  yapmış olduğu şikayet üzerine İngiltere’de yasal süreç başlamıştı. İngiliz yargı mercilerinin saldırı ve suçların mahiyetinin savaş suçu niteliğinde olması sebebiyle  SO15- War Crimes Özel Operasyonlar Bölümünün Savaş Suçları Biriminde incelemesini sürdürüyor. İngiliz insani yardım gönüllülerinin avukatları İsrailli askerlerinin İngiltere’de yargılanmaları isteğiyle yasal sürecin devam edeceğini belirtiyorlar.

İngiltere’de hukuki süreç şimdilik İsrail Genelkurmay Dönem Başkanı Korgeneral Gabriel Ashkenazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Koramiral Eliezer Marom, Hava Kuvvetleri İstihbarat Sorumlusu Tuğgeneral Avishai Levi, İsrail İstihbarat Başkanı Tümgeneral Amos Yadlin ve Filo’ya yapılan operasyonun komutanlarından Tal Russo olmak üzere 5 komutan hakkında devam ediyor. Ancak Mavi Marmara mağdurları İngiltere’den gidip İsrail’de askerlik yapan İsraillilerin de tespit edilerek davada yargılanmasını talep ediyorlar.  Sanık komutanlar iki kez tutuklanma korkusuyla İngiltereye girer girmez tekrar çıkarak kaçmak zorunda kaldılar.


Türkiye'deki durum

MAVİ MARMARA CEZA DAVASI

DAVANIN GÖRÜLDÜĞÜ MAHKEME: Türkiye İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 2012/264 Esas

DAVACI: Kamu adına

SANIKLAR:

1- İsrail Genelkurmay Dönem Başkanı Korgeneral Gavriel Ashkenazi

2- Deniz Kuvvetleri Komutanı Koramiral Eliezer Marom

3- Hava Kuvvetleri İstihbarat Sorumlusu Tuğgeneral Avishai Levi

4- İsrail İstihbarat Başkanı Tümgeneral Amos Yadlin

MÜŞTEKİ/MAĞDUR: Şehit yakınları, gemilerde bulunan 37 farklı ülkeden mağdurlar, suçtan zarar gören diğer kişiler

SUÇLAR: Kasten adam öldürme, kasten adam öldürmeye teşebbüs, nitelikli kasten yaralama, kasten yaralama, nitelikli yağma, deniz ulaşım araçlarını kaçırma veya alıkoyma, nitelikli mala zarar verme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, eziyet suçlarını azmettirme

31.05.2010 günü İsrail silahlı güçleri tarafından yapılan saldırıda işlenen suçların soruşturulması ve faillerin cezalandırılması taleplerini içeren suç duyuruları olayın hemen akabinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na ve farklı şehirlerde ikamet eden mağdur yakınları tarafından o şehirlerdeki savcılıklara ulaştırılmıştır. Başsavcılık makamınca soruşturulması yürütülen dosyanın hazırlıkları, Filo yolcularını İsrail’den getiren uçakların İstanbul Atatürk Hava Limanı’na inmesinin ardından, mağdurların tamamının Adli Tıp Kurumu’na intikal ettirilmesiyle sürdürülmüştür. Adli Tıp Kurumu tarafından mağdurların ilk fiziksel muayeneleri gerçekleştirilmiştir. Ağır yaralı ve yaralı olarak getirilen Filo katılımcıları, hastanelere sevk edilerek tedavi altına alınmıştır. Şehitler ise Adli Tıp morguna alınarak teşhis ve otopsi işlemleri gerçekleştirilmiştir. Mağdurların tamamına yakınının ifadelerine başvurulmuştur. Şehit olan, yaralanan ve gemilerde bulunan mağdurların “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi için Hazırlanmış İstanbul Protokolü” çerçevesinde Adli Tıp raporları alınmıştır. Mavi Marmara, Defne Y ve Gazze I gemileri Türkiye’ye getirildiğinde savcılık nezdinde ilk olarak savcı ve olay yeri inceleme ekipleri gemiye binmiş ve gemide detaylı bir inceleme gerçekleştirmiştir. İsrail yetkililerinin tüm delil karartma işlemlerine rağmen gemilerde yapılan incelemelerde birçok yeni delile ulaşılmış ve hazırlanan rapor soruşturma dosyasına dâhil edilmiştir. İsrail’in saldırıdan hemen sonra zorla el koyduğu video ve fotoğraflar dışında gizlice kurtarılabilen veya canlı yayın ile yayına verilebilmiş olan tüm video ve fotoğraflar da soruşturma dosyasına dâhil edilmiştir. Ayrıca Gazze Özgürlük Filosu’nun karar aşamasından hazırlığına ve yolculuğun başlamasına kadar tüm süreci içeren bilgi ve belgeler, İHH İnsani Yardım Vakfı dâhil Filo organizatörü kuruluşlar tarafından savcılığa ulaştırılmıştır. Savcılıkça elde edilen diğer tüm bilgi ve belgeler de soruşturmaya dâhil edildikten sonra şüpheliler hakkında araştırmaya gidilmiştir.

Bu süreçlerin ardından 29 Mayıs 2012 tarihinde iddianame hazırlanmış ve Mavi Marmara saldırısının faillerinin kasten adam öldürme, kasten adam öldürmeye teşebbüs, nitelikli kasten yaralama, kasten yaralama, nitelikli yağma, deniz, demir yolu veya hava yolu ulaşım araçlarını kaçırma veya alıkoyma, nitelikli mala zarar verme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve eziyet suçlarını azmettirme suçlarından dolayı her bir mağdur için ayrı ayrı, toplamda binlerce yıla tekabül eden mahkûmiyet kararıyla cezalandırılmaları talep edilmiştir.

Başlangıç için maruf kimseler olmaları ve operasyonu bizzat yönettiklerine dair kuvvetli deliller bulunması, İsrail medyasına verdikleri beyanatlar, İsrail’in oluşturduğu Turkell Komisyonuna verdikleri ifadelerdeki ikrarlar nedeniyle İsrail ordusunun dört üst düzey komutanı hakkında, İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde (Dosya No: 2012/264 E.) “saldırı emrini vererek bu suçları azmettirdikleri” gerekçesiyle dava açılmıştır. Davada, İsrail Genelkurmay Başkanı Gavriel Ashkenazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Marom, Hava Kuvvetleri İstihbarat Sorumlusu Avishai Levi ve İsrail İstihbarat Başkanı Amos Yadlin firari sanık olarak yargılanmaya başlanmıştır.

Diğer sorumlu asker veya sivil kişiler hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda sürdürülen soruşturma hâlen devam etmektedir ve bu sorumlular da gerekli prosedürler tamamlandığında davaya eklenerek yargılamaya dâhil edilecektir. İHH İnsani Yardım Vakfı’na ve dava avukatlarına, Filo’ya yapılan saldırıya katıldıkları belirtilen diğer İsrail komutanlarının ve askerlerinin bilgilerini içeren ihbar mektupları ulaşmaya devam etmektedir. Bu bilgiler de Soruşturma Savcısı ile paylaşılarak incelemeye tabi tutulmakta ve dava dosyasına dâhil edilmektedir.

İsrail askerî birlikleri, Mavi Marmara’ya ve Gazze Özgürlük Filosu’nun diğer gemilerine İsrail kıyılarından yaklaşık 72 mil açıkta, uluslararası sularda müdahale etmiştir. BM Anlaşması’nın 51. Maddesi’ne göre, bir devletin meşru müdafaa hakkını kullanabilmesi için, silahlı saldırıya uğraması veya bu yönde açık, yakın bir tehdide maruz kaldığını ortaya koyması zorunluluğu vardır. Uluslararası Adalet Divanı, kararlarında, böyle bir saldırının silahlı olması şartını, özellikle aramıştır. Meşru müdafaa hakkının temel kuralı olan orantılılık ilkesinin söz konusu olayda hiçe sayılmış olması -gemide bulunan müşteki mağdurlarda herhangi bir silah bulunmadığı uluslararası raporlarda kesin olarak belirtilmiştir- saldırıda önleyici meşru müdafaa hakkının hukuki gerekçelerinin hiçbirinin bulunmadığını açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Gemide öldürülen dokuz insani yardım gönüllüsünün vücutlarından toplam 39 adet kurşun çıkarılmıştır. İki insani yardım gönüllüsü henüz askerler gemiye inmeden helikopterden açılan ateş sonucu hayatını kaybetmiştir. ABD vatandaşı olan 19 yaşındaki Furkan Doğan, ilk olarak üst güvertenin ortasında, elindeki küçük video kamera ile çekim yaparken gerçek kurşunla vurulmuştur. Furkan Doğan yüzünden, kafasından, sırtından, sol bacağından ve ayağından olmak üzere toplam beş kurşun yarası almıştır. Furkan Doğan, yüzüne sıkılan ve tam sağ burnundan giren kurşun hariç bütün yaralarını vücudunun arka kısmından almıştır. Adli Tıp Raporu’na göre, yüzündeki yaranın etrafındaki izler çok yakın mesafeden kafasına ateş edildiğini göstermektedir. Ayrıca kurşunun alt taraftan yukarıya doğru hareket ettiğinin anlaşılması ve kurşunun çıktığı yer, Furkan Doğan’ın yerde sırt üstü yatarken de vurulduğunu ortaya koymaktadır. Yerde yaralı vaziyette, savunmasız şekilde yardım bekleyen Furkan Doğan, yakın mesafeden kafasına sıkılan kurşunla bilinçli bir şekilde hunharca öldürülmüştür. İbrahim Bilgen’in ilk önce helikopterden açılan ateş sonucu vurularak yaralandığı, daha sonra yaralı şekilde yerde yatarken yanına gelen askerin bitişik nizamdan kafasına yaptığı atışla hayatını kaybettiği otopsi raporlarından anlaşılmaktadır. Üst güvertedeki İsrail askerlerini fotoğraflamaya çalışan medya görevlisi Cevdet Kılıçlar, patoloji raporlarına göre, alnından, iki kaşının arasından tek bir kurşunla vurularak öldürülmüştür. Bu ölümlere ilişkin tüm rapor ve kanıtlar, İsrail askerlerinin meşru müdafaa tezlerini çürütmekte ve işlenen hukuksuzluğu açıkça gözler önüne sermektedir.

Mavi Marmara davasının ilk duruşması 6,7 ve 9 Kasım 2012 tarihinde görülmüş sonra devam eden duruşmalarla yargılamaya devam edilmiştir. Duruşmalarda ABD, Bahreyn, Belçika, Cezayir, Endonezya, Güney Afrika, Hollanda, İngiltere, İspanya, İsveç, İtalya, Kanada, Katar, Kuveyt, Lübnan, Makedonya, Pakistan, Türkiye, Ürdün, Yemen, Suriye ve Yunanistan vatandaşı toplam 50 yabancı ve 195 Türkiyeli mağdurun ifadeleri dinlenmiştir.

Yabancı katılımcıların her biri, ifadeleri ile bu davanın sonuçları itibari ile Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını aşacağını ve TCK’da yer alan “evrensel yargı ilkesinin” gereği olduğunu son derece açık bir şekilde ortaya koymuştur. Duruşmalarda ayrıca saldırının mağduru olan ve aralarında şehit yakınlarının da yer aldığı 84 Türk vatandaşının ifadeleri dinlenmiştir. Duruşmalarda ifade veren her mağdur dinlendiğinde bu kişilerin maruz kaldığı şiddetin boyutları ve etkisinin sürekliliği daha açık bir şekilde anlaşılmıştır. Tanıklıklar sırasında salonda bulunan Filo katılımcıları ve izleyiciler o günlerde yaşadıkları korku, kaygı ve endişeyi bir kez daha hatırlamıştır. Saldırının üzerinden üç yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen her duruşmada tanıkların anlatımı ile olay daha yeni yaşanmış izlenimini bırakmaktadır.

 Ancak şüphesiz en büyük kaybı saldırıda şehit olan dokuz insani yardım gönüllüsünün yakınları yaşamıştır. İsrail askerleri saldırıda kiminin eşini, kiminin evladını, kiminin de kardeşini öldürmüştür. Dolayısıyla onların ifadeleri bu dava için büyük önem arz etmektedir. Davacılardan şehit Necdet Yıldırım’ın eşi Refika Yıldırım; “O benim ve küçük kızımızın tek sığınağıydı. Kızım babasına olan sevgisini mezarından aldığı taşlara gösteriyor. İsrail bizden o kadar değerli bir şey aldı ki, idamlarını istiyorum.” diye haykırdığında âdeta bütün Gazze yetimleri için de haykırmış, Refika Yıldırım’ın bu sözleri salondaki herkesi gözyaşlarına boğmuştur. Ahmet Doğan oğlu Furkan Doğan’ı anlattığında, Çiğdem Topçuoğlu eşi Çetin Topçuoğlu’nun kollarında can verdiğini söylediğinde, Derya Kılıçlar eşi Cevdet Kılıçlar’ın yolculuğa çıkmadan önce ajandasına yazdığı şiiri okuduğunda, Fahri Yaldız’ın annesi sekiz yaşındayken yetim kalan oğlu Fahri Yaldız’ın Gazzeli yetimler için yola çıktığını anlattığında, Ali Haydar Bengi’nin eşi Saniye Bengi, eşi gibi dimdik, haklı bir davanın savunucusu olma gayretini gösterdiğinde, salonda bulunan herkes tıpkı gemideki gibi çok özel, duygu dolu anlara şahitlik etmiştir.

Mavi Marmara Davası’nın görüldüğü Çağlayan Adliyesi’ne dünyanın dört bir yanından gelen Filo katılımcıları mahkemede hem Mavi Marmara şehitleri hem o günden bu yana yoğun bakımda olan Uğur Süleyman Söylemez hem de Filistin halkına karşı taşıdıkları sorumluluk duygusu ile bu davada bulunduklarının altını çizmiştir. Adaletin sağlanması konusunda Türkiye’deki bu mahkemenin kendileri için önemli olduğunu, bunun için Türkiye Cumhuriyeti yargı makamlarına müteşekkir olduklarını beyan etmişlerdir. 

İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ceza davasında, ilk olarak, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı’nca Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Müdürlüğü vasıtasıyla, İsrailli komutanlara iddianame gönderilerek resmî düzeyde davadan haberdar olmaları için gerekli diplomatik işlemlere başlanmıştır.

6 Kasım 2012 tarihinde görülmeye başlanan duruşmalar ve devamındaki diğer duruşmalarda sanıklar hakkındaki bu tebligat sürecinin netleşmesi, sonucunun takip edilerek İsrailli komutanların davanın gelecek duruşmaya katılımlarının sağlanması öngörülmüştür. Ancak Türkiye Dış İşleri Bakanlığı aracılığıyla yürütülen tebligat süreci halen tamamlanamamıştır.

İsrail Devleti yetkililerinin -medyada yer alan açıklamalarına bakıldığında- Türkiye’de devam eden yargılamayı tanımadıkları ve davayı siyasi bir zemine kaydırmaya çalışan beyanlarda bulundukları görülmektedir. Ayrıca açıklamalardan, İsrail komutanlarının bu duruşmalara katılmayacakları da anlaşılmaktadır. Bu açıklamalara rağmen İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nce bu aşamada, henüz İsrailli komutanlara tebligat gönderme işlemleri nihayete ermemiş ve İsrail Devleti’nden bu yönde herhangi bir resmî yazı gelmemiş olması nedeniyle, yalnızca medyada yer alan komutanların gelmeyeceği yönündeki haberleri, sanıklar hakkında “kaçaklık” hükümlerinin uygulanması için yeterli görülmemiştir. Ancak makul bir süre beklenmiş, usule dair şartlar gerçekleşmiş, bu nedenle hukuki mevzuat gereğince Mahkeme, artık 27 Mart 2014 duruşmasında da sanıklar davaya katılmaz veya resmî bir yanıt vermezlerse Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) Madde 247’de yer alan “kaçaklık” hükümlerinin uygulanmasına karar vermelidir. 

Duruşmaya katılmayan sanıklar, Türk hukuk mevzuatındaki hükümlere uygun olarak, İstanbul Barosu tarafından atanan müdafiler tarafından temsil edilmektedirler. Sanıkların savunma haklarını kullanmaları ve adil bir yargılamanın gerçekleşmesi için azami dikkat gösterilmektedir.

Ayrıca CMK Madde 193/1’de yer alan, “Kanunun ayrık tuttuğu hâller saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz. Gelmemesinin geçerli nedeni olmayan sanığın zorla getirilmesine karar verilir.” hükmü gereği, mahkeme -öncelikle sanıkların İsrail medyasında yer alan haberlerden öte- resmî bir yazı ile veya tebligatların ardından makul bir süre beklenmesi suretiyle duruşmalara gelmeyeceğinin tespitini yapmak için beklemektedir. Ardından mahkemenin vereceği kararlar sanıkların mahkeme önünde hazır edilmesine yönelik “zorla getirme” ve “yakalama” kararları şeklinde olacaktır. Kaldı ki, CMK Madde 206/1’deki “Sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır. Ancak sanığın tebligata rağmen mazeretsiz olarak gelmemesi sebebiyle sorgusunun yapılamamış olması, delillerin ortaya konulmasına engel olmaz. Ortaya konulan deliller, sonradan gelen sanığa bildirilir.” şeklindeki düzenleme gereği, yargılamanın devamına ve duruşmaların yapılmasına hiçbir engel yoktur. Çünkü duruşmaya katılan Türk ve yabancı müşteki/mağdurlar saldırıda yaşanan tüm olayları bizatihi görüp yaşadıklarından bu davaya konu olan insan hakları ihlallerinin ve suçların aynı zamanda birer tanığıdırlar. Mağdurların video kameralarına, fotoğraf makinelerine, gemideki kayıt cihazlarının İsrail askerlerince el konulmuş ise de bu kayıtları yapanların kendileri hâlen hayatta iken ifadelerinin ivedilikle alınması, delillerin toplanması ve olayın tüm detayları ile hukuk mercileri önüne taşınması adil bir yargılamanın gerçekleşmesi açısından son derece önemlidir.

İsrailli yetkililer ve İsrail medyası tarafından dava, hukuki temeli olmayan formalite bir dava gibi gösterilmeye çalışılmakta, davanın “uluslararası alanda etki edebilecek” veya “İsrail yetkililerine karşı açılması mümkün olmayan” imkânsız olduğu öne sürülmektedir. Uluslararası sularda işlenen hukuksuzluklara karşı Türk mahkemelerinin yargı yetkisi, cumhuriyetin ilk yıllarına kadar dayanmaktadır. Fransız bandıralı Lotus gemisinin Türk bandıralı Bozkurt gemisine çarpması sonucunda Türk gemisindeki bazı tayfaların ölümü nedeniyle açılan kamu davası Türkiye mahkemelerinde görülmüş ve Fransız kaptanın mahkûmiyetine karar verilmiştir. Türkiye’nin egemenlik alanında olan gemilerde bulunanlara karşı işlenen suçlarda, suç işleyenlerin uyruğuna bakılmaksızın, Türk mahkemelerinin yargı yetkisinin bulunduğu, bu örnekten de anlaşılacağı üzere tartışmasızdır. Başka ülkelerin uygulamalarına bakıldığında da benzer hukuk ihlallerinde yabancı devlet yetkililerinin yargılandığı görülmektedir. Dikkat çekici bir örnek olarak, 1988 yılında ABD’de görülen Panama Devlet Başkanı Manuel Antonio Noriega Moreno, uyuşturucu kaçakçılığı, haraç toplama ve kara para aklamakla suçlandığı ve yargılandığı davası verilebilir. Moreno, daha sonra Panama’ya düzenlenen operasyonla tutuklanarak ABD’ye getirilmiştir. Üst düzey İsrail yetkilileri aleyhine daha önce de, işledikleri suçlar nedeniyle başka ülkelerde de davalar açılmıştır. Belçika’da, bu ülkede yaşamayanların yabancı yetkililer hakkında “insanlık suçları” dolayısıyla dava açabilmesine imkân veren bir yasanın kabulüyle, 1982 yılında İsrail’in Lübnan işgali sırasında gerçekleştirdiği Sabra ve Şatila katliamlarından kurtulan 23 kişi, katliamda sorumluluğu bulunduğu gerekçesiyle İsrail Başbakanı Ariel Şaron hakkında dava açmış ve bu dava Belçika ile İsrail arasında krize neden olmuştur. Uluslararası alandaki bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkündür.

4 İsrailli komutanın yargılandığı  ceza davasının İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 26 Mayıs 2014 tarihli duruşmasında Mahkeme “Sanıkların üzerine atılı suçların nevi, CMK 100/3 maddesinde yazılı olan ve sayılan suçlardan oluşu, yasada öngörülen cezalarının asgari haddi, yargılamanın sanıkların yüzüne karşı yapılması ilkesi ancak sanıkların bu zamana kadar duruşmaya gelmedikleri ve Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü aracılığıyla gönderilen davetiyelere bugüne kadar cevap verilmediği, makul sürenin beklenildiği, buna rağmen sanıkların duruşmaya gelmedikleri ve kaçak durumuna düştükleri anlaşıldığından, CMK 248/5 maddesi gereğince kasten insan öldürmeye azmettirme suçundan dolayı ayrı ayrı yokluklarında TUTUKLANMALARINA ve bu amaçla tutukluluğun yerine getirilmesi için haklarında ayrı ayrı YAKALAMA KARARI ÇIKARTILMASINA”  karar vermiştir. Ayrıca “Yakalama kararı çıkartılan sanıkların yakalamalarının Uluslararası düzeyde yapılıp infazı ve bu infaz için sanıklar hakkında kırmızı bülten çıkartılmasına ve bunun yerine getirilmesi için kırmızı bülten belgelerinin (İngilizceye tercümesi yaptırılarak) düzenlenmesine” de karar verilmiştir. Ancak bu süreçte Türkiye Adalet Bakanlığı tarafından bu karar hukuka aykırı olarak Interpole gönderilmemiştir.

Yargılama devam ederken 28 Haziran 2016’da Türkiye ile İsrail arasında bir anlaşma imzalanmıştır.. Anlaşma 9 Eylül 2016’da yürürlüğe girmiştir.

02 Aralık 2016 tarihli duruşmada  Savcı, ‘Türkiye ile İsrail’in bir anlaşma yaptığı ve bu anlaşmaya binaen bu davanın düşürülmesi’ talebinde bulunmuştur. Mağdur avukatları aşağıdaki hususlarda  itirazlarını sözlü ve yazılı dile getirmişlerdir. 

  • Anlaşma metninin 4. maddesinin hukuken ‘ÖZEL AF’ niteliği taşıdığı ve bu nedenle de TBMM’den 330 oyla (3/5) oyla geçmesi gerektiği, bu şekilde geçmeyen bu anlaşma onay kanununun bu yönden anayasaya aykırı olduğu konusu
  • Anlaşmanın 10 şehidin ilesi ile ilgili lütuf /bağış ödemesini düzenlediği, şehit ailelerinin bu tarihe kadar 1 dolar dahi almadıkları, bu davanın devam edip yargılama cezalandırma talep ettikleri konusu
  • Türkiyeli tüm mağdurların yargılamayı devam ettirmek istedikleri ve bu anlaşmaya binaen bu davanın düşürülemeyeceği ve eğer düşürülürse anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dava açacakları konusu,
  • Türkiye İsrail anlaşmasının Türkiye vatandaşı olmayan diğer ülke vatandaşı mağdurlar açısından bağlayıcı olmadığı ve yargılamanın diğer ülke vatandaşı mağdurlar için düşürülemeyeceği konusu
  • Türkiye hukuku ve uluslararası hukuka dayalı itirazlar ve bu itirazları bilimsel gerekçelerle izah eden ve yazılı olarak mahkemeye sunulan uzman görüşlerinin içindeki hususlar

09 Aralık 2016 tarihinde yapılan duruşmada Savcı görüş ve talebini tekrarlamıştır. İtirazlara rağmen Mahkeme heyeti bağımsız ve adil bir yargılama koşullarından tamamen uzaklaşıp siyasi tutumunu açık etmiştir. Hiç kimseyi dinlemeden ve hatta ilk kez gelen mağdurların dinlenmesine bile izin vermeden hukuka aykırı davranarak tüm itirazlara rağmen davanın düşürülmesine karar vermiştir.

İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin vermiş olduğu karar mağdurlara tebliğ edilmeye başlanmış, tebligat eline ulaşan mağdurlar İstinaf Mahkemesi’ne itiraz süreçlerini yürütmektedir.

TÜRKİYE’DE AÇILAN VE AÇILACAK OLAN TAZMİNAT DAVALARI

İsrail silahlı güçlerinin Gazze Özgürlük Filosu’na 31.05.2010 tarihinde gerçekleştirdiği haksız ve hukuksuz saldırı, mağdurlar adına hem cezai hem de hukuki haklar doğurmuştur. Hukuki anlamdaki maddi ve manevi tazminata ilişkin haklar ise kayba uğrayan kişi tarafından şahsen talep edilmesi gereken haklardandır. Şehit yakınları, yaralanan insani yardım gönüllüleri ve tüm diğer katılımcılar, uğramış oldukları maddi ve manevi tüm zarar ve kayıplarının İsrail makamlarınca tazminini içeren maddi ve manevi tazminat davaları açma hakkına sahiptir.

İsrail’den tazminat istenmesi meselesi, dört komutan hakkında açılmış olan Mavi Marmara Ceza Davası’ndan teknik olarak bağımsız bir hukuk sürecidir. İsrail askerleri tarafından saldırıda işlenen bütün suçlar, aynı zamanda, özel hukuk anlamında mağdurlara karşı işlenen birer haksız fiildir. Dolayısıyla 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Madde 49’da yer alan “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” şeklinde düzenlenmiş hüküm gereği, operasyon emrini veren, yöneten ve operasyona bizzat katılan tüm İsrail yetkilileri ve askerlerinin yaşanan ağır hukuksuzluklar ve insan hakları ihlalleri nedeniyle cezai sorumluluklarının olmasının yanında, İsrail Devleti’nin de tüm bu yaşananlarda devlet kamu tüzel kişiliğinin gereği olarak tazminat sorumluluğu vardır. İsrail Devleti, bu noktada personelinin tüm işlemlerinden sorumludur.

Bu sebeplerle tüm mağdurlar ayrı ayrı, el konulan ve iade edilmeyen tüm eşyaları, yaralanma ve alıkonma nedeniyle uğradıkları iş gücü kaybından doğan zararları, ölümler nedeniyle yakınları için destekten yoksun kalma tazminatı ve yaşanan kötü muamele, hakaret ve eziyetler nedeniyle uğranılan manevi zararları için Türk mahkemelerinde tazminat davası açabilecektir. Tazminat miktarları her bir mağdurun saldırıdan maddi ve manevi olarak etkilenme derecesine göre farklılıklar gösterecektir. Başlangıç için İstanbul, Diyarbakır ve Kayseri’de açılan toplam 40 davada, İsrail’den istenen yaklaşık tazminat miktarı 15.000.000 TL’dir. Bu noktada alınacak kararlar, İsrail Devleti’nin Türkiye’de tespit edilecek menkul ve gayrimenkul malları ve özellikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile yapılan bir ikili anlaşma neticesinde doğmuş veya doğacak olan herhangi bir hak ediş ücreti üzerinden tahsil edilebilecektir.

Saldırıda emir veren veya uygulayan asker sivil İsrailli sorumluların yargılanmasını ve cezalandırılmasını önceleyen mağdurlar, ceza davasının açılmasından sonra Ekim 2012 itibarıyla tazminat davalarını açmaya başlamıştır. Maddi ve manevi tazminat davaları Türkiye’nin Filo’da katılımcı bulunan her ilinde açılmaya devam edilecek ve böylelikle İsrail Devleti’nin Mavi Marmara saldırısındaki haksızlığı, mümkün olan her platformdan alınacak kararlarla tescillenmesini sağlamaktadır. Bakırköy 10. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılmış olan tazminat davasında da mahkeme, “İsrail saldırısının haksız ve hukuksuz olduğuna” karar vererek İsrail Devleti’nin haksızlığını tescil etmiştir. Türkiye’deki birçok farklı yerdeki hukuk mahkemesinde açılmış olan maddi manevi tazminat davaları da devam etmektedir.


Birleşmiş Milletler'deki süreç

BM İnsan Hakları Konseyi (UNHRC) ve Mavi Marmara Raporu Süreç ve Oylama Tablosu

BM İnsan Hakları Konseyi; 15 üyesi Afrika ülkelerinden, 12 üyesi Asya ülkelerinden, 5 üyesi Doğu Avrupa ülkelerinden, 11 üyesi Latin Amerika ve Karayip ülkelerinden, 10 üyesi de Batı Avrupa ve diğer ülkelerden gelen temsilcilerin oluşturduğu uluslararası bir organdır. Konsey, BM’nin insan hakları konusundaki en yetkili kurumudur. Konsey, farklı ülkelerdeki insan hakları konularıyla ilgili araştırma yapma, gözlemde bulunma ve bu konularda raporlar hazırlama yetkisine sahiptir.

Gazze Özgürlük Filosu saldırısıyla ilgili olarak da benzer bir süreç işlemiş, BM İnsan Hakları Konseyi’nin 2 Haziran 2010 tarihli ve A/HRC/RES/14/1 sayılı kararı ile BM İnsan Hakları Konseyi Uluslararası Vaka İnceleme Heyeti (United Nations Fact Finding Mission) oluşturulmuştur. 23 Temmuz 2010 tarihinde Heyet, emekli Uluslararası Ceza Mahkemesi yargıçlarından Karl T. Hudson‑Phillips’in başkanlığında, Sierra Leone için Uluslararası Mahkeme Eski Başsavcısı Sir Desmond da Silva ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi eski üyelerinden Mary Shanthi Dairiam’dan oluşan üç kişilik bağımsız uzman bir ekip olarak faaliyete geçmiştir. Heyet, İsrail devletinin ve yetkililerinin uluslararası sularda seyreden ve Gazze’ye insani yardım malzemesi ulaştırma amacında olan Gazze Özgürlük Filosu’na yönelik eylemlerinin Uluslararası İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları Hukuku bakımından çok ağır derecede ihlal edildiği sonucuna ulaşmış, bu sonuca da yaptığı bağımsız ve tarafsız araştırmalar neticesinde varmıştır. A/HRC/15/21 sayılı rapor, BM tarafından 22 Eylül 2010 tarihi itibarıyla Cenevre’deki BM İnsan Hakları Konseyi’ne sunulmak üzere tamamlanmıştır. Rapor, dokuz kişinin yaşamını yitirdiği ve pek çok kişinin yaralandığı İsrail silahlı güçlerince gerçekleştirilen Gazze Özgürlük Filosu’na yönelik saldırı sonrası yaşanan insan hakları ihlallerini, uluslararası insancıl hukuk ve insan hakları hukukunu da kapsayacak şekilde incelemek üzere hazırlanmıştır. Heyet, İsrail saldırısı ile ilgili soruşturmalarda bulunmak için Cenevre’de, Londra’da, İstanbul’da, Amman’da mağdurlarla görüşmüş ve deliller toplamıştır. Ayrıca Heyet, Türkiye’deki temasları sırasında İskenderun Limanı’nda bulunan Mavi Marmara, Gazze I ve Defne Y gemilerinde de incelemelerde bulunmuştur.

Raporun sonuç kısmında Heyet, İsrail askerlerinin ve İsrailli diğer yetkililerin filo yolcularına davranış biçimini durumla orantısız bulmuş ve yanı sıra tamamen gereksiz ve kabul edilemez düzeyde bir gaddarlık olarak nitelemiştir. Daha da önemlisi Heyet, sunduğu raporda, Dördüncü Cenevre Konvansiyonu’nun 147. maddesinde ifade edilmiş olan aşağıdaki suçların açık şekilde işlendiğine kanaat getirmiştir:

  • Kasten adam öldürme
  • İşkence veya insanlık dışı muamele
  • Kasten azap verme, beden bütünlüğüne veya insan sağlığına vahim şekilde zarar verme

Kanaatimizce, Heyet aslında yukarıda belirtilen suçları sıralamakla saldırıyla ilgili sorumluların yargılanması için UCM’yi göreve çağırmıştır. Ayrıca, Vaka İnceleme Heyeti’nde bulunan Sierra Leone için Özel Mahkeme Eski Başsavcısı Sir Desmond Da Silva, saldırının UCM tarafından yargılanması gerektiğini de daha sonra yaptığı açıklamalarla kamuoyunda dile getirmiştir. Heyet, İsrail’in uluslararası insan hakları hukuku çerçevesindeki yükümlülüklerinin de değişik şekillerde ihlal edildiği düşüncesindedir. Bunlar:

  • Yaşama hakkı (Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Madde 6)
  • İşkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele veya cezalandırma (Uluslar arası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Madde 7; İşkenceye Karşı Sözleşme)
  • Kişinin özgürlük ve güvenlik hakkı; keyfî tutuklama ve gözaltına almaların yasaklanması (Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Madde 9)
  • Gözaltındaki kişilere insani muamele yapılması ve doğuştan sahip olunan insanlık onuruna saygı gösterilmesi hakkı (Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Madde 10)
  • İfade hürriyeti (Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Madde 19)

Sonuç olarak 27 Eylül 2010 tarihinde BM İnsan Hakları Konseyi Uluslararası Vaka İnceleme Heyeti, BM İnsan Hakları Konseyi’nin Genel Kurul toplantısında yukarıda bahsi geçen raporu sunmuş ve bu rapor Genel Kurul tarafından resmen kabul edilmiştir. Sadece ABD ile İsrail’in red oyu verdiği rapor için AB ülkeleri çekimser oy kullanmış ve sonuçta 47 ülkenin 30’unun desteğiyle rapor kabul edilmiştir. Mezkûr rapor, 17.06.2011 tarihli oturumda yapılan oylamada 36 kabul, 1 red, 8 çekimser oy ile takibi ve gereğinin yapılması için kabul edilmiştir. Bu sonuca binaen Birleşmiş Milletler’i Genel Sekreterliğine ve Konsey üyesi ülkelere raporun gereğinin yapılması için sorumluluklarını yerine getirmeleri hususunu vesileyle birkez daha hatırlatıyoruz. Aşağıdaki tabloda görüleceği gibi 36 ülkenin lehe verdiği onaya rağmen BM’de süreç takip edilerek Türkiye’nin devlet olarak New York’ta ve Lahey Adalet Divanı (International Courtof Justice - ICJ)’nda  sonuç alması hala mümkündür.

Kabul oylar: Angola, Arjantin, Bahreyn, Bangladeş, Brezilya, Burkina Faso, Şili, Çin, Küba, Cibuti, Ekvador, Gabon, Guatemala, Ürdün, Kırgızistan, Libya, Malezya, Maldivler, Moritanya, Moritus, Meksika, Nijerya, Pakistan, Katar, Rusya Federasyonu, Suudi Arabistan, Senegal, Tayland, Uganda, Uruguay.Çekimser oylar: Belçika, Kamerun, Fransa, Macaristan, Japonya, Norveç, Polonya, Güney Kore, Moldova, Slovakya, İspanya, İsviçre, Ukrayna, Birleşik Krallık, Zambiya.Red oylar: ABD

2 Haziran 2010
UNHRC, Gazze Özgürlük Filosu’na düzenlenen saldırı hakkında bir araştırma heyeti
oluşturma kararı aldı.
23 Temmuz 2010.
Rapor heyeti çalışmaya başladı.
İsrail kendi ülkesindeki ilgililerle görüşülmesini reddetti.
22 Eylül 2010
Rapor yayımlandı.
29 Eylül 2010
Rapor, UNHRC’de oylandı.
47 ülkeden 30’u kabul oyu kullandı. 15 ülke çekimser kaldı (AB ülkeleri dâhil).
1 ülke karşı oy kullandı (ABD).
Kabul oylar: Angola, Arjantin, Bahreyn, Bangladeş, Brezilya, Burkina Faso, Şili,
Çin, Küba, Cibuti, Ekvador, Gabon, Guatemala, Ürdün, Kırgızistan, Libya, Malezya,
Maldivler, Moritanya, Moritus, Meksika, Nijerya, Pakistan, Katar, Rusya
Federasyonu, Suudi Arabistan, Senegal, Tayland, Uganda, Uruguay.
Çekimser oylar: Belçika, Kamerun, Fransa, Macaristan, Japonya, Norveç, Polonya,
Güney Kore, Moldova, Slovakya, İspanya, İsviçre, Ukrayna, Birleşik Krallık, Zambiya.
Red oylar: ABD
17 Haziran 2011 (34. Oturum)
UNHRC Raporu’nun takip edilmesi ve gereğinin yapılması oylandı.
Kabul: 36, Red: 1, Çekimser: 8
Kabul oylar: Angola, Arjantin, Bahreyn, Bangladeş, Belçika, Brezilya, Burkina Faso,
Şili, Çin, Küba, Cibuti, Ekvador,  Fransa, Gana, Guatemala, Japonya, Ürdün, Kırgızistan,
Malezya, Maldivler, Moritanya, Moritus, Meksika, Nijerya, Norveç, Pakistan, Katar,
Rusya Federasyonu, Suudi Arabistan, Senegal, İspanya, İsviçre, Tayland, Uganda,
Birleşik Krallık ve Kuzey İrlanda, Uruguay.
Çekimser oylar: Kamerun, Macaristan, Polonya, Güney Kore, Moldovya, Slovakya,
Ukrayna, Zambiya.
Red oylar: ABD

 

Palmer Paneli

BMİHK “Vaka İnceleme Komisyonu”nun çalışmaları Türkiye ve Gazze Özgürlük Filosu mağdurlarının lehine, İsrail’in aleyhine sonuçlanacağı anlaşılınca, bunun önüne geçmek için “Palmer Paneli” olarak da anılan tuzak kurulmuş ve desteklenmiştir.

Mavi Marmara’yı destekleyen sivil siyasi görüşteki herkes, “Palmer Paneli’nin bir tuzak olduğunu ve İsrail oyunu olduğunu” beyan etmiş, hatta dünyanın dört bir yanından 150 hukukçunun imzasını taşıyan mektuplar BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a ulaştırılarak, “Palmer Paneli’nin, İsrail’in hukuk mercilerinde kendini kurtarma çabası olarak görüldüğü için tanınmayacağı” beyan edilmiştir.

BM nezdinde kabul gören tek, geçerli ve bağlayıcı rapor İnsan Hakları Konseyi’nin bu raporudur. Türkiye’nin ve mağdurların lehine olan bu raporun BM nezdinde İsrail’e karşı yaptırım uygulama aracı olarak kullanılabilmesi mümkünken bu gerçekleşmemiştir.

İsrail’in, BMİHK’nın raporunu etkisizleştirmek ve hukuki sorumluluktan kurtulmak için oluşturduğu bir tezgâh olan Palmer Paneli, Mavi Marmara için yürütülen hukuk mücadelesine ve Türkiye Devletinin itibarına ağır bir zarar vermiştir. Tarafgir, planlı ve siyasi bir oluşumla başlatılan ve neticede rapor haline bile dönüşmeyen Palmer Paneli’nin sözde raporu, bütün bu özelliklerine rağmen “Türkiye’nin devlet olarak bu panele taraf olması nedeniyle” uluslararası kamuoyunda İsrail tarafından Türkiye aleyhine kullanılmaktadır.

2 Ağustos 2010 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri “31 Mayıs tarihli filo vakasını Soruşturma Panelinin kuruluşunu” duyurmuştur. Genel Sekreter, Panelin hangi belirli alanda soruşturma yapacağını belirtmeksizin, panelin “Güvenlik Konseyinin Başkanlık Beyanına dayanarak yetkisini kullanacağınıumut ettiğini ifade etmiştir. Soruşturma Paneline, “gelecekte benzer olaylar olmasını önlemek için çözümler tavsiye etmesi” düşüncesi ile “ulusal soruşturma raporlarını alma ve inceleme yetkisi” verilmiştir.

Herkesin bildiği gibi, Genel Sekreter tarafından atanan Panelin görevi ve nihai amacı “Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkileri ve bunun yanı sıra Ortadoğu’daki genel durumu olumlu anlamda etkilemek” olup, hukuki bir temele dayanan “BMİHK Raporu”ndan tamamen farklı ve tamamıyla da siyasidir.

Panel, 10 Ağustos 2010 tarihinde ilk çalışmalarına başlamış, panel üyeleri 2-3 Eylül 2010’da Newyork'ta ikinci kez toplanmış ve 15 Eylül’de ilk ilerleme raporunu Genel Sekretere sunmuştur.  Türkiye, soruşturma komisyonuna kendi raporunu 1 Eylül 2010 tarihinde sunmuştur.

İsrail yanlısı bir ağırlıkla kurulan Panel, Yeni Zelanda'nın eski başbakanı Geoffrey PALMER'ın başkanlığında, başkan yardımcılığını Kolombiya'nın eski Devlet Başkanı Alvaro URIBE'nin yaptığı, İsrail'den Joseph CIECHANOVE ve Türkiye'den emekli büyükelçi Özdem SANBERK'in yer aldığı dört (4) üyeden oluşmuştur.

Komisyonun sonuçlanması, yani raporunu yayınlaması için, komisyona üye olan dört (4) uzmanın da raporu konsensüs, yani oybirliği olarak oylaması gerekir. Oybirliği sağlanamadığında rapor, hiçbir zaman resmi hale gelmez ve hukuken geçersizdir. Bu anlamda Palmer Raporu komisyon tarafından hazırlanmış olmasına rağmen, Türkiye tarafından kabul edilmediği için hiçbir Hukuki geçerliliği yoktur, yani YOKLUK hükmündedir.

Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2.9.2011 tarihinde yapmış olduğu açıklamada Palmer Paneli sonucu hakkında "Rapor, açıkçası bizim için yok hükmündedir" demiştir. Açıklama ile ilgili detaylara aşağıdaki linkten ulaşılabilir.

http://www.abdullahgul.gen.tr/haberler/170/80616/cumhurbaskani-gul-palmer-komisyonunun-mavi-marmara-raporunu-degerlendirdi-bizim-icin-yok-hukmundedir.html

Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın davalardaki sorumlulukları ile ilgili eleştirilere cevap niteliğinde 13.12.2014 tarihinde bir basın açıklaması, Bakanlığın web sitesinde yer almıştır. Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında BM Soruşturma Paneli’ne “elimizdeki tüm ilgili bilgi, belge ve kanıtları içeren ulusal raporumuz sunulmuştur. Bu ulusal raporumuza erişim mümkündür. Nitekim Panel’in eş-başkanlarının yayınladığı nihai raporda da İsrail güçlerinin işlediği suçlar, raporumuz temelinde açıklıkla yer almıştır” denmiştir.

Hal böyleyken Palmer Raporu maalesef Birleşmiş Milletler sitesinde yayınlanmış ve İsrail tarafından da hukuki sorumluluktan kurtulmak için uluslararası mecralarda kullanılmaktadır.